Bazen ertesi bazen de 1 Ay sonrasının planlamasını yaparız. Hayatın akışıyla kendimizi dünyanın koşturmasına öyle kaptırdık gidiyoruz. Ölen birisini duyduğumuzda sanal âlemde Allah rahmet etsin demeden geçmiyoruz.
Dünyadan ne umuyoruz? Kafasını gömmüş hırsıyla burnunun dibini görmeyecek insanlar çığ gibi çoğalıyor.
Victor Hugo’nun
Şöhret, gençlik ve gurur… Mezar hepsini alır! Sözünü hatırladım.
Dünyanın, Covid-19’un yol açtığı yaşamsal bir krizle boğuştuğu son yılda, insanların en çok meşgul olduğu mefhumun ölüm olduğunu söylemek, yanlış olmaz, sanırım. Ölüm olgusunun, sayılara dönüşerek soyutlaştığını, duygusal ağırlığını kaybettiğini; bir taraftan mevcut yas ritüellerini, toplumsallık boyutunu askıya alan biçimde ortaya çıktığını; bir taraftan da sınıf, yaş, cinsi aşan küresel çapta korkuya neden olduğunu gördük. Bu meşguliyet, insanın değer dünyasının garip bir yönünü de ortaya çıkarmış görünüyor. İnsanlık psikolojisi garip bir şekilde alışkanlığa dönüştü. Bir taraf yanarken diğer kısım umursamaz şekilde eğlenebiliyor.
Bir arkadaşım ben artık gıybet time yapmıyorum. Neyi eleştirsem aynısını bir şekilde ben yapıyorum. Ne kadar kötü bir durum duygusu yaşadığımı ifade bile edemiyorum dedi. Bunu biraz irdelediğimizde işin içine psikoloji ve felsefe girdi. Biz de konuyu uzmanlara bırakalım dedik.
Ağlayanla ağla, gülenle gül dönemlerini çoktan aşmışız. Katma değeri yüksek başarılara imza attığında alkışlardık. Övgüyle söz eder, yüceltirdik. Hayat hepimiz için bir sınav. Kimine göre macera, kimine göre sabır. Kullandığımız metaforlar bilinçaltındakileri açığa çıkarır. Bir insanı tanımak istiyorsanız kullandığı dile ve metaforlarına bakınız.
Dünya ışık hızıyla değişime uğrarken bazı değerlerinde gittiğini görüyoruz. Hızlı değişime ayak uydurmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Önemli olan karakterinin evrilmemesi. Esasında insanın en büyük düşmanı kendisi. Güç kazanmakta iyi gibi görünüyor. Bunu mutluluğa dönüştürmeyi ıskalıyoruz. Dar ve sığ anlayışımızdan asla vazgeçemiyoruz.