Hiç kolay iş değil..
Var mıdır, okulu, ekolü, üstatları, bilgeleri?..
Sorsak çevremize, “insan kimdir, nedir” diye, genelde sınavı geçen az olur kanımca.
Hiçbirimizin bu konuda fazla bilgisi yoktur.
Nedeni ise, toplumdan soyut yaşamaktayız da ondan..
Özellikle bu dönemler daha da soyutlandık her şeyden, somut yaşamın gerçeklerinden.
Çocukluktan başlıyor elbette, insanların ilişkisizliği.
Ailemiz soyutlar, okulda, işyerlerinde, çalışma hayatında sevgi-dostluk ve dayanışma pencerelerimiz-kapılarımız kapalıdır çoğunlukla.
Sanattır aslında insanı tanımak-kavramak..
İnsan sıcağından uzaklaştıkça yabancılaşma başlar, önce kişinin kendine, ailesine, eşine-dostuna..
Böylece bir ömür insanlar fazla birbirlerini görmeden geçer, söylediklerini anlamadan konuşurlar, çocuklar aileyi, aile büyükleri evlatları doğru dürüst anlamadan hayat biter.
Oysa toplumsal yaşam insanları birbirlerini öyle yüzeyden değil, derinliğine anlamaya zorlar.
Bu çok zor işi sadece tıp bilimine, psikolojiye bırakamayız.
Sosyoloji var, ekonomi politik var, siyaset bilimi var, sanat olarak edebiyat var..
Çalışan insanların günlük yaşamı hep bir koşturmaca içindedir.
Başta iş-güç, derken gelir sağlamak, varsa çocukları büyütmek-okutmak, derken ağırlaşan geçim koşullarına direnmek ve bir bakmışsın emeklilik gelmiş..
O halde daha çok okuyan-yazan- düşünmeye vakit bulan, örneğin emeklilerden çok şey öğrenilebilir bu insanı tanıma sanatının incelikleri konusunda.
Her bireyin ödevidir, insanı anlama konusundaki düşüncesini topluma yaymak ve bu konuların tartışılmasına katkı vermek..
Elbette insanı tanıma konusunda deneyimler, öyküler, romanlar, okumalar-yazmalar, gezip incelemeler, sokak yaşantıları gibi bin bir çeşit olanak vardır ve hepsi çok değerlidir, ama işin başlangıcı her zaman ve her şeyde olduğu gibi bilimdir.
İşe tıp ile, nöroloji ve psikoloji ile başlanır, çocukluğa inilir, aile ortamı, sosyal yapı, ekonomi ve politik koşullar incelenir.
İnsana maddi ve manevi olarak bütünsel yaklaşmalıyız.
İnsanın yaşam modelini, devinim çizgisini ve yaşam üslubunu saptamamız gerekir.
Ortaya konulan bilgilerden biri de, insanın özünün kısa dönemde değil, çok uzun çağlarda ve büyük toplumsal dönüşümlerden sonra, farklı toplumsal yapılar ile birlikte değişebildiği şeklindedir.
Kendimizi ve başkalarını daha yakından ve derinden anlamak istiyorsak çocukluk yaşantı ve izlenimlerini bilmeliyiz.
Nasıl bilebiliriz?
Bunları not ederek, yazarak, kişilerden dinleyerek, okuyarak, sorup soruşturarak..
İnsanın değeri yaşantısından çıkar.
İnsanları kavramak isteyenler her şeyden önce alçak gönüllü olmak zorundadırlar çünkü çok zor ve duyarlı bir konuyu seçmişlerdir.
İnsana onu tanımak amacıyla yaklaşmak çok özel bir güzellik ister. Uygun sözcük, davranış ve tutumları, öncesinde kafamızdan geçirip bulmalıyız.
Bu işin bir önemli boyutu da toplumsallığıdır.
Tarihsel ve toplumsal konumu yakın olanların kaynaşma olanakları daha fazladır.
Her insan; yaşantısından, okuyup yazdıklarından, görüp duyduklarından yola çıkarak insan tanıma konusunda bazı ilkeler-kurallar ortaya koyabilir.
İşte bu ilkeleri-yaklaşımları yaşam içinde sınamalıyız. Eğitim hayatımızın bu alanda öğreteceği bilgiler sınırlıdır. Geleneği ve sağlam bir öğretisi de henüz oluşmamıştır. Öyleyse İş, büyük ölçüde kendimize kalmaktadır.
Bize kalan ne?
Bilimden, deneyimden, kitaplardan, yaşamın pratiğinden yararlanmanın yanı sıra, “hayatın çemberinden geçmiş kişileri” dinlemek..
Onlar içtenlikle özeleştiri yapıp eleştiriye de açıksalar, pişmanlıkları ve yanılgıları konusunda net ve nesnel iseler çok yararlı şeyler söyleyebilirler..
Yanılgılarla burun buruna gelen ve veya sonradan kendini onlardan kurtaranlar..
Yaşamın kahredici zorluklarından geçmişlerdir.
Bataklık ve karanlıklardan sıyrılıp yüksek bir yaşam çizgisine ulaşmışlardır. Bu gayretlerinde hep doğru yoldan ilerlemişlerdir.
İşte onlar yaşamın iyi ve kötü yanlarını herkesten iyi bilir.
Bir insan, geçersiz olan yaşam modelini kendi kendine görüp terk edebilir mi?
Çok zor. Çünkü hayata ve insana sadece “”nedenler ve sonuçlar” gibi katı ve dar bir koridordan bakılamaz.
İnsanı Anlama Sanatında edebiyatın gücü tek başına yetmez, yanı sıra hayatın engin okyanusunda kıyılarda da olsak iyi kulaç atmak gerek.