Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
İNSANI İNSANDAN BAŞKA NE ÜZEBİLİR Kİ?..
Hayat ve yaşadıklarını bir okyanus gibi düşün… Çılgın ve deli dalgalara isteyerek girmezsin… Durgun sular kendini belli etmez ve ne zaman coşacağını sen bilemezsin…
Ne çok öğrendi bu gönül ne çok söndü, ne çok yandı…
Her defasında bu son sandı ama aldandı…
Bu gönül uyandı, bu sabah yeniden başladı İzmir’in yağmurla selamlayan sabahından…
Bir dil demiş ki;
“DELİ. OL. AMA. NE OLDUM DELİSİ OLMA GÜN GELİR TEK BAŞINA KALAKALIRSIN…”
Nedendir bilinmez, sanki ben hayat ve ölüm içerikli yazıların sonuna noktayı koyunca yaşamım bitecekmiş gibi hissederim. Ama derim ki kendi kendime, benim yarın yapacak işlerim var, en azından dostlarıma sabah günaydınının içinde sevgilerimi göndereceğim.
Çünkü o kadar çok ki, ver ver bitmiyor, verdikçe çoğalıyor. Çoğalmasından anlıyorum ki gönderdiğim sevgiler misliyle geri geliyor ki kalbim durmadan yeni sevgiler üretiyor. Ama bazen hepsi dönmüyor, bazı beklentilerim ise donuk düşüyor ayaklarımın dibine, bazıları yolda yok olup gidiyor, yakında olsa eline. Bazıları ise seni, kötü ol kötü ol diye yoldan çıkarmaya uğraşıyor, onlar ki geçmişiyle yaşayıp boğulanlar…
İnsan sonuçta toplum içinde yaşadığından ve bu hayatını sürdürürken başta akrabası ve iş arkadaşları olmak üzere tanıdıklarıyla her dem karşı karşıya geldiğinden¸ hayatını üzerinde devam ettirmesi gereken bir makul çizgi vardır. Bu çizgiyi tutturamadığı zaman etrafındakilerle iletişimde sıkıntılar yaşar¸ itici biri olduğundan seveni fazla olmaz. Oysa kişinin belki de en çok kuşanması gereken libas tevâzûdur. Gerek maddî imkânları ve gerekse geldiği makamlar itibarıyla ne oldum delisi olmamalıdır. Hayatın geçici olmasından ve yarın ne olacağını kendisi dâhil. Hiç kimse bilemeyeceğinden alçak gönüllüğü elden bırakmamak gerekir. Bu¸ insanın hem yaşadığı hayatı mutlu ve huzurlu bir şekilde sürdürmesi açısından önemlidir¸ hem de bir sınav yurdu olan dünyada âhiret sermayesini artırma açısından son derece mühimdir.
Âhiret hesabı olan bizim gibi insanların bu noktada üzerlerine çok görev düşmektedir. Başka bir ifadeyle “Müslüman ve kibirli” yan yana asla gelmeyecek iki kelimedir. Bunun tam aksine “Müslüman ve mütevâzî” kelimeleri birbirinin ayrılmaz kardeşidir…
İşte tüm bu bahse konu kibir ve mütevazılığı kişilerde görmek, anlamak yaşamak için insanların zaman zaman bir arada olup sohbetler yapması ve yüreklerindekileri hal ve hareketleriyle ortaya koyması gerekir… Bu toplumların iyi yönde gelişmesini sağlar…
Kalp gibi üretken bir fabrika gördünüz mü?.. Sevgiyi de, kötülüğü de, zapt edilemeyen egoyu da o üretiyor. Sevgi hariç atın hepsini maziye ve sevgiyle bu günü yaşayın derim…
Bugün sahip olduğumuz en değerli şeydir sevgi. Tek sahip olduğumuz, bizim olan sevgi. Allah’ın bir armağanı…
Ah Bir bilebilsek…
Size de olur mu bilmem; her ölümün ardından yaşamın peşine düşerim ben…
Yakın bir dostu toprağa verir vermez, kabrinin çiçekleri kurumadan daha, ihmal edilmiş kapıları çalar, özlenip gidilmemiş adresleri ararım; eski dostlukların tozunu alır, cam gibi parlatırım. İşi gücü boşlar, gecikmiş hal hatır sormaların, dar günde omuz omuza durmaların kapısını aralarım.
Hele erken ölüm… Tuhaftır, yitirilmiş ortak dostların ardından çoğu kez bana da “sesini duymak istedim” telefonları gelir eş dosttan…
“Hadi kaçıp bir şeyler içelim” davetleri, “sana geçen gün haksızlık ettim” itiraflarına dönüşür; gecikmiş günah çıkarmalar, samimi özeleştireler, sıcak dokunuşlar getirir ardı sıra…
Anlarım ki herkes benim gibi paniktedir. Bir musalla tasının soğukluğuyla ürperir yalnız kalpler ve ısınmak için hayırsız sevdalara koşulur, gündelik telaşta kırıp döktüklerini tamire çıkarır insanoğlu…
Eminim ki birçok kişi bu duyguları yaşıyordur, bu panikleme falan da değil bazı durumlarda geleceği daha net görebilmektir. Genellikle bir yakınımız ölünce, yaşamın duraksız bir tren gibi hızla gelip gecen bir varmışla bir yok muşun arasında tükenen zaman olduğunu hatırlarız ama… Ama ya sonra! yine unutur, hayatın içinde koşturur dururuz, yaşam böyle bir şey işte, gülmek ve ağlamak gibi…
Ölüm, yaşamı öğretir bize; döverek sevmeyi belleten hoyrat bir anne gibi… Sevgi doğurur ecelinden…
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi… Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayatınızı asla sevgiye kapatmayın. Sevgiyi korumanın en iyi yolu ise ona kanat takmak…
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın…
Keşke/ lerinizi düşünün, yanında da iyi ki/ lerinizi çıkartın birbirinden… Çoksa eğer iyi ki/ leriniz kardasınız…
Keşkelerle dolu bir hayat olmasın sizin romanınız. Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, “Ne derler” e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallamasın.
“- İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Derken, zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına ”dün” dedi, diğer parçasına ”bugün”, öteki parçasına da ”yarın”…..
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı, tüm telaş ve pişmanlıkları, güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bugünü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor; dün de, bugün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı… Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki, yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da, hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın, ne de dün! GÜN BUGÜN!; demiş Can Dündar bir yazısında”
Dün anılar, mutluluklar ama daha çok hüzün ve özlemdir. Artık değiştiremeyeceğimiz iyisiyle kötüsüyle bizim kararlarımız, tecrübelerimiz vardır geçmişte. Bugün sahip olduğumuz en değerli şeydir belki de. Tek sahip olduğumuz ya da değiştirmesi iyi ya da kötü yapması bizim olan. Gelecek ise daha çok hayal kurduğumuz, hep güzel olmasını dilediğimiz ama bugün olduğunda asla uygulamadığımız kararları aldığımız zaman dilimidir. Ne geçmişin dikenlerine takılmalı ne de geleceğin sarmaşıklarına uzanmalıyız. Sadece bugünün çiçeğini koklamalıyız…
Dün: acı, tatlı hatıraları, geleceği şekillendirebilecek tecrübeleri ile geçip gitmiştir. Sadece geride bıraktıkları ile anılır.
Bugün: her an veda etmeye hazırlanan bir dost ve arkadaş gibidir. İçinde bulunmaya alışamadan, daha lezzet ve güzellikleri ile tanışamadan yolculuk hazırlıklarına başlamış olur.
Yarın: ona, ulaşıp kavuşulabileceği belli değildir. İnsanın başkalarına bakarak, kendi yarınlarına ait yapmış olduğu yatırımlar kuruntudan ibarettir. Çünkü her insana geleceğe ait ortak bir fırsat eşitliği garantisi verilmemişti…
Dün tarih oldu… Yarın bir sır… Bugünün kıymetini bilin… Ve günün çiçeğini koklayın.. koklayalım hep beraber ve günü yaşayalım doya doya..
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sahte olmayan bir yüzle ve gülümsemeyle sevin sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Yüzünüzden gülümseme kalbinizden umut eksik olmasın, Çarşamba gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol olsun…
Olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese, gönül soframdan, gönül sofrasına sevgi ve muhabbetler gönderdim… Gecenizden doğan sabahınıza selam olsun, güzel bir hafta ve içinde birbirinden güzel anlar yaşadığınız günleriniz olsun diliyorum… Hoş kalın, hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın… Bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#