Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
İNSANİ İLİŞKİLER
Tek taraflı çabalarla hiçbir insan ilişkisi yürümez. Anlayış̧, özveri, fedakarlık, empati, güven, sevgi, saygı ilişkilerin olmazsa olmazıdır…
Ve insani ilişkilerde ilk bakışta öne çıkan ÖZVERİ FEDEKARLIK VE GÜVEN olarak görülmektedir…
Fakat hepsi de birbirine bağlıdır, birbirini tamamlayıcıdır… Bulutla yağmur gibi, nehirle deniz gibi, pınarla nehir gibi, biri olmazsa birsi olmaz…
Tek kanatlı kuş uçmaz. Tek taraflı çabayla mümkün değil bu. Çabalayan insan bir süre sonra yorulur ve vazgeçer. Ancak ilişkiler karşılıklı emekle, özveriyle devam eder
Her şeyi kurtaramayacağını, herkesi affedemeyeceğini, sadece tek taraflı çabayla hiçbir insan ilişkisinin yolunda gitmeyeceğini kabullendiğinde daha az yorulursun hayattan. Ben de önemliyim dedikten sonra güçleniyorsun.
Hemen hemen tüm insanlar için ilişkilerin kilit noktasını saygı oluşturur. Hem iş hayatında hem de sosyal hayatta ilişkilerinizi saygı çerçevesi içerisinde kurmaya özen gösterin. Bu şekilde iş hayatınızdaki ilişkilerinizi bir düzene sokabilir, günlük yaşantınızda iletişim kurmakta zorlandığınız insanlarla rahatlıkla başa çıkabilirsiniz.
Kabul etmek gerekirse zaman zaman hepimizin eleştirilere karşı kendimizi savunmak zorunda hissettiğimiz dönemlerimiz olmuştur. Çoğu eleştiride daha karşı tarafı anlamadan gardımızı alıp karşılık vermeye çalışırız. Bu hem kendimize hem de insanlarla oluşturduğumuz ilişkilere zarar veren en önemli konulardan birisidir. Bu gibi durumlarda sakin olmayı, doğru anlamayı ve eleştiriye takılıp kalmamayı öğrenmeniz gerekiyor… İş arkadaşlarınıza, çalışanlarınıza, ailenize ve dostlarınıza, onlara ne kadar değer verdiğinizi her fırsatta dile getirebilirsiniz. Hepimiz zaman zaman takdir edilmeye ve değerli hissetmeye ihtiyaç duyarız. Bu gibi zamanlarda etrafımızdaki insanlarla iş birliği içerisinde olduğumuzu hissetmek ilişkilerimizi daha da sağlamlaştıracaktır.
Günlük hayatta, iş hayatında, kitaplarda, film ve dizilerde yani insan ilişkisinin olduğu her yerde karşımıza çıkan iki kelime; özveri ve fedakârlık…
Bu üç kelimenin bende oluşturduğu duyguyu özetlemem gerekirse fedakârlık yapmak yerine özveride bulunmanın bende yarattığı his ve algı çok daha güzel. Kısacası özveri beni çok daha olumlu yerlere götüren ve iyi hissettiren bir sözcük…
İlk bakışta eş anlamlı gibi görünüyorlar hatta sözlükler de bunu doğruluyor. Ancak içlerinde barındırdıkları anlamlar, hayata geçiriliş şekilleri aslında birbirinden epeyce farklı.
Yani çoğumuz, her ne kadar bu iki kelimeyi aynı anlamda kullansak da, doğru ilişkiler kurabilmek ve daha da önemlisi, bu ilişkileri sağlıklı bir şekilde yürütebilmek adına, bu farkı görmek, anlamak ve içselleştirmek gerekiyor. Zaten insan kelimelerle düşünür ve hisseder.
Benim bu üç kelimeden ne anladığıma gelecek olursak; fedakârlık kelimesini bir çıkar, karşılık beklentisiyle kendinden bir şeyleri feda etmek, hatta bazen kendinde olmayanı da ortaya koyma çabası olarak tanımlayabilirim. Özveriyi ise zaten özünde olanı bir karşılık beklentisi olmadan, içten gelerek vermek olarak algılıyorum. Bu da iki kavram arasında yadsınamaz bir farklılık oluşturuyor benim için…
Fedakârlık kelimesini ele aldığımızda, bu sözcüğün aslında beklenti içerdiğini görürüz. Yani ilk bakışta fedakârlık bir meziyet gibi görünse de işin özüne baktığımızda bir kâr beklentisiyle bir şeyleri feda etmek olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. En basitinden benzeri bir durumda aynı davranışı görebilmek, kişisel mutluluk beklentisiyle yapılan bir şey oluyor…
Özveri kelimesine baktığımızda ise sözcüğün özgüven, sevgi ve bütünlük içerdiğini görürüz. Özverinin en temel motivasyonu karşılık beklemeden yapılıyor olmasıdır. Yani bir çıkar, geri dönüş beklentisi olmadan yapılmasıdır. Kısacası fedakârlık çıkar ve karşılık beklentisi ile ortaya çıkarken özveri tamimiyle sevgiden gelir. Fedakârlık karşılık beklentisinin yanı sıra çoğu zaman hayal kırıklığını da beraberinde getirir. Zira her uğruna fedakârlık yaptığımız kişinin beklentilerimizi karşılayacağının garantisi olmadığı için sonucun hüsran olması kaçınılmazdır. Ancak sevgi kaynaklı özveride bulunduğumuz kişilerden bir karşılık beklemediğimiz için hayal kırıklığına da uğramamış oluruz.
Birisine inanmanın ne anlama geldiğini herkes kalbinin derinliklerinde hisseder. Güvenilen birinin ihanetinin nasıl bir hayal kırıklığı yaratacağını hepimiz biliriz. Ancak “güven ”in tanımını yapmak çok kolay değildir. Güven kavramını tanımlamak istersek kavramın karmaşıklığı ortaya çıkmaya başlar. Güven duygusu kelimelere dökülmesi zor, elle tutulmaz, gözle görülmez soyut bir kavramdır. Ancak bu duygunun yokluğu ve varlığı kendisini hayatın her anında hissettirir.
Neden birine güveniriz de, bir başkasına güvenmeyiz?.. Güvendiğimiz bir insana karşı davranışımızla, güvenmediğimiz bir insana olan davranışımız neden farklılık gösterir.
Güven duygusunun yokluğu çalışma ortamında ilişkileri, verimliliği ve herkesin sağlığını bir kanser tümörü gibi kemirir.
Bir ilişkide kendinizi karşınızdakinin yerine koyun ve onun sizi güvenilir bulup bulmayacağını düşünün. Bu soruya cevap verebilmek için, güvenilir bulduğunuz başka insanların özelliklerini hatırınıza getirin. Bir insanı güvenilir bulmak için çoğunlukla şunlara ihtiyaç vardır.
-Sözünü tutmak,
-Bütünlük sergilemek (özü sözü bir olmak),
-Bir görevi yapacak yetkinlik ve beceriye sahip olmak,
-Dürüst olmak,
-Sorumluluk sahibi olmak.
Bunların dışında bir insana güvenebilmek için o insanın sizin beklentilerinizi karşılamış olması gerekir. Bunun için de beklentilerin açıkça ortaya konması büyük önem taşır. Açıklığın temelinde bu vardır.
Stephen Covey’e göre: “Güven, insan motivasyonunun en yüksek biçimidir. İnsanların doğasında var olan “İyi” ve “Güzel’i ortaya koymalarına imkân verir.” Güven duygusu, iş motivasyonu üzerinde bu kadar önemli olduğuna göre iş ortamında bu duygunun yaşanmasını sağlamak nasıl mümkün olabilir?
Güven ortamını oluşturacak insanları bir “tohum” gibi, güven ortamının oluşacağı kurum kültürünü de bir “toprak” gibi düşünmek gerekir. Güven duygusunun yaşanabilmesi hem bireysel özelliklere, hem de şirketteki ilişkilerin kalitesine bağlıdır.
Güven duygusunu yeterince açıklıkta tanımlayamasak da insan ilişkilerinin temelini bu duygu oluşturur. Güven duygusunun olmadığı hiç bir ilişki yürümez. Güven duygusu olmaksızın ne sipariş verilebilir, ne hizmet anlaşması yapılabilir, ne dostluk kurulabilir, ne de kadın erkek beraberliği sürdürülebilir.
Güven duygusunun varlığı ile dostlukları, evlilik ilişkilerini, ortaklıkları ve iş anlaşmalarını başlatmak mümkün olur. Kısacası güven duygusu iş hayatında, sosyal hayatta ve özel hayattaki her türlü ilişkinin temelindeki harçtır.
Başka insanlara duyulacak olan güven duygusunun temelinde kendine güven yatar. Kendine güvenmeyen insan başkalarına güvenemez. Kendi güvenilir olmayan insan da başkalarına güvenemez. Halk arasında yaygın bir deyiş vardır “Babana bile güvenme.”
Tutup da bu konuda tez yazacak değilim konuyu uzatmanın anlamı yok kısaca soruyorum, sen ne düşünüyorsun bu gibi konularda diyerekten; “Tek taraflı çabayla ilişki veya arkadaşlık yürütebilir misin?..”
Ama şunu demeden de geçmek istemiyorum; Yunus Emre’nin ilahi aşkla söylediği sözü.
‘’Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’
Yaradan’ın yarattığı her şeye, hoşgörüyle, sevgiyle bakılmasını tavsiye ediyor Yunus…
Konu hassas… Malum sevgi olunca…
Sevginin kaynağı Rabbimiz… Kaynağına sevgi göstermedikçe; birbirimize ve diğer tüm yaratılmışlara sevgi göstermemiz imkansız.. Sadece seviyor zannederiz o kadar… O da üç gün sonra biter.. .
Sevgi neydi?..
Sevgi incitmemekti, sevdiğine kıyamamaktı, yüreğinde hissetmekti…
Yunus’un duyduğu sevgi de böyle; bakılan her şeyde Rabbi görmek.>
O’nun tüm yarattıklarına sevgiyle yaklaşmak, O’nu incitmemek adına; her an hoşnutluğunu gözetmek…
Yüreğinde Allah aşkı oldu mu, her şey ama her şey sevgi olup çıkıyor…
Bizler hepimiz sevdiklerimizi kırmaktan, incitmekten çekiniyoruz öyle değil mi?..
Ama sevmediklerimiz için öyle mi?.. Onlar için aman o beni sevse de olur sevmese de olur diyoruz…
Ancak Yunus Emre gibi; yüreğinde Allah aşkı olan insan, işte böyle düşünmüyor…
Karşısındaki kişi kötü davransa da, kötü söz söylese de hoşgörüyle yaklaşıyor…
Allah’ın yarattığı kul, ben nasıl Rabbime karşı gelirim?.. diye düşünüp, gördüğü kötü davranış karşısında aynı şekilde karşılık vermiyor. Vicdanının sesini dinliyor ve İlahi adalete sığınıyor.
Çünkü biliyor ki; Rabbi, yapılan her şeyi görüyor, işitiyor ve biliyor… Ve yine biliyor ki; gün olacak tüm gizli haller bir bir ortaya çıkacak.
İmanını saf ve temiz tutmaya çalışan samimi insan hiçbir zaman kendine yakıştırmadığı, Allah’ın sevmediği tutum içinde olmaz. Çünkü O’nu incitmekten, kırmaktan çekinir.
İnsanız hepimiz hata yapabiliriz.. ama yapılan hatayı fark ettiğimiz anda özür dilemesini de bilmeliyiz.. Hata yapanlara karşı da tolerans tanıyıp, affedebilmeliyiz..
Allah ayette; affetsinler ve hoş görsünler demiyor mu?.. Siz affedilmek istemez misiniz demiyor mu?
O halde bir Müslüman’a Allah’a istemediği davranışta bulunmak, kincilik yakışmaz..
Kendim için konuşuyorum; Sevgimi yüzlere, binlere, milyonlara bölüp paylaşabilirim..
Yaradan’ın tüm yarattıklarına sevgi ile ( güzellikle) yaklaşabilirim içimdeki Allah aşkından dolayı..
Kötülük yapanlara karşı da sabredip susabilirim, aynı üslupla karşılık vermeyebilirim, vermem de…
Ama, işte aması var birde bu işin dostlar…
Ben herkesi sevemem… Severim dersem yalan olur… Sizi değil kendimi kandırmış olurum.
Ben yüreğinde Allah korkusu taşımayan bencil, merhametsiz, vicdan sahibi olmayan, egosu tavan yapmış, hasbelkader bir unvan almış ve bu nedenle de çevresine yukarıdan bakan insanları sevemiyorum, sevmiyorum.
Ve ayrıca, dinime laf söyleyen, küçümseyen insanları sevemiyorum.
Müslüman din kardeşiyiz diyoruz hepimiz… Peki bunun neresindeyiz?..
Masum bir ailenin ocağına kor ateş düşürmüş caniler hayasızca gülerken, elini kolunu sallayarak dolaşırken ben onları nasıl sevebilirim?..
Bir kız çocuğuna tecavüz eden caniye, evde eşine, çocuğuna, annesine babasına, atasına zulmedene nasıl hoşgörüyle bakabilirim?..
Örnekleri çoğaltabilirim… Bir insanın içinde Allah korkusu olmalı…
Hem Allah sevmiyor ki zulmedenleri, ben onları seveyim…
Ancak benim onları sevmemem demek; aynı şekilde acımasızca davranmam anlamına gelmiyor hemen bu noktanın altını çizmek istiyorum.
İşte ‘’ Yunus’un hoşgörüsü ‘’ burada kendini gösteriyor… ‘’Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Yaşamın kaynağı sevgi ise, sevgi bir tutku, tutku bir amaç, amaç bir şeyleri birileriyle paylaşmaksa, paylaşalım sevgimizi ve dostluğumuzu bir lokma ekmek gibi…
Sağlıklı, mutlu, huzurlu, umutlu, acısız, gözyaşsız, sevgi dolu güzel bir gün geçirmeniz dileğiyle…
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderiyorum… Hoş kalın, hoşça kalın, her dem sevgiyle, hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün, görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#