Doğru mudur, yanlış mıdır; bilmiyorum. Hayatım boyunca insana mutsuzluk veren sebeplerin yine insandan kaynaklandığını düşündüm hep…
Meseleye ister bölgesel, ister küresel bakın… Zannediyorum yeryüzünde altı-yedi milyar insan yaşıyor.
Bir o kadar daha nüfusa sahip olsak, dünya nimetlerinin rahatlıkla ihtiyacı karşılayacağından eminim.
Bu tabloya rağmen insanoğlu huzursuz… İnsanoğlu acı çekiyor.
İnsanlık olarak çektiğimiz acıların, uzaylılardan kaynaklandığını düşünmek isterdim ama maalesef öyle düşünmüyorum. Düşünemiyorum…
İnsana acı çektiren, yine insandır. İnsan sadece kendi cinsine değil, diğer canlılara da acı çektirmiştir. Bırakın canlıları, üzerinde yaşadığı gezegene bile anlamsız işkenceler yapmıştır.
İnsanlığa nice dinler hediye edilmiştir. O da yetmemiş, kendisi oturup nice ideolojiler üretmiştir. Bunun yanında çeşitli düşünce akımları geliştirmiştir.
Bütün bunların amacı, ihtirasları dizginlenemeyen insanlığın hizaya gelmesi içindir.
Dikkat edin; saydığım bu unsurların hepsinde de “Ey insanoğlu! Adam ol ve kendine gel…” mesajları vardır.
Benzer ifadeleri sabah-akşam duyarız ama insan denen varlık yine bildiğini okur.
Meseleye bu açıdan bakıldığında, aklınıza gelebilecek her türlü rejim tartışmalarını hep anlamsız bulmuşumdur.
Değil mi ki; en hararetle savunduğumuz rejimleri bile insanoğlu uygulayacak? Öyleyse umutlanmanın âlemi yoktur. Kuzuyu kurda teslim etme misali insanoğlu birbirini “yemeye” devam edecektir.
Şimdi oturup bir dakikalığına düşünün: Yamyamlar; Afrika’da adını bile bilmediğimiz kabileler midir, yoksa bize her fırsatta uygarlık içeren nutukları atanlar mıdır?
Ya da; midesini doyurmak için insan yiyen ilkel kabilelerle, onların yaşadığı kıtayı sömürerek oradaki insanları açlıkla karşı karşıya bırakanlar arasında ne fark vardır?
Aslında her ikisi de insan olduğuna göre, her ikisinin de yaptıklarına şaşmamak gerekir.
Şu sorunun cevabını bulmak zorundayız: İnsan denen varlık, dünya nimetlerinden fazlasıyla istifade ettiği durumlarda bile, neden dünyayı kana bulamaya devam edecek kadar insanlığından çıkmaktadır?
Bilinen bir gerçektir: Teşhisi koymadan tedaviyi bulamazsınız.
21. asrın insanı henüz teşhisi koyabilmiş değildir. Acı olan da budur.
Buraya kadar meseleye küresel baktık. Türkiye boyutundan baktığımızda, sanki farklı bir şey mi göreceğiz? Bizdeki durumu dünyadan soyutlayabilir miyiz?
Buna imkân yok elbette… Çünkü ne yazık ki; bizdeki tablo da aynı…
Bu gün; günübirlik politik rüzgârların etkisiyle hükümeti eleştirmek ve yerden yere vurmak gerçekten çok kolay… Ama sorunun çözümü adına elbette yeterli değil…
Gelmiş geçmiş nice hükümetler gördük. Önce büyük bir iştahla oy veriyoruz, aradan biraz zaman geçince de feryadı basıyoruz.
N’oluyor peki? Hiiç… Tekrar başa dönüyoruz.
Dönmek zorundayız. Hükümetler iyi niyetle sorunları çözmeye çalışsalar bile çözemezler.
Neden? Çünkü işin içinde “insan” var. O nedenle çözemezler.
Adalet dağıtmak isteseler bile dağıtamazlar. Ülkenin bir yanında gelişme yaşanırken, öbür yanındaki yoksulluğu engelleyemezler.
İnsanoğlu paylaşmayı öğrenemedi çünkü… Komşusu açken tok yatmaktan vazgeçmedi çünkü… Empatiyi keşfeden insan, empatinin gereğini yapmadı çünkü…
Demek ki neymiş? İnsana acı çektiren, yine insanmış… HOŞÇAKALIN