Sevgili okurlarım, “İnsan Hakları ve Demokrasi” derken, aklımıza gelen ilk sorulardan birisi, “İnsan Hakları ve Demokrasi” nedir ve nasıl olmalı sözüdür. Bu sözün anlamı, insanların insanca yaşama hakkı anlamını taşımaktadır.
O zaman bu hakların kalıcı olabilmesi için, insanlar kendi haklarına ve demokrasiye sahip çıkmasıyla gerçekleştirilmiş olur. Böylece, insanlar insanca yaşama hakkını kendi elleriyle kullanması sonucunda, huzuru, güveni ve devlet millet bütünlüğünü de sağlamış olur. Bu bütünlüğün kalıcı olabilmesi içinde, devletin insanları çağdaş demokrasiyle bütünleştirip, o ölçüler içinde yönetmesine bağlıdır. Yani, devletle vatandaşın ilişki düzeyinin sağlıklı olması, önem taşımaktadır. Bu bütünleşme sağlıklı ve sürekli olursa, işte o zaman insan hakları ve demokrasinin varlığından söz edile bilir. Şayet, devlet vatandaşıyla bir takım gereksiz ve anlamsız baskılarla, gereksiz ilişkiler içine girmiş ise ve insanları korku içine sokmuşsa, işte o zaman bu insan hakkı ve demokrasi söylemi boşuna söylenir, demektir. İnsan hakları ve demokrasi her kesin vaaz geçilmez temel hakkıdır. İnsanların bu temel haklarını göz ardı eden devlet, vatandaşından fazla bir şey bekleme hakkına sahip değildir. Bu düşünceyle, genel bir değerlendirme yaparsak, “İnsanlar içinde bulunduğu yaşamda ırkı, milliyeti, rengi, dini inanışı ve cinsiyeti ne olursa olsun, hiçbir ayırım yapılmadan, elde ettiği haklarına sahip çıkmasıyla olduğu kadar, devlet millet bütünleşmesi içinde yer almasıyla birlikte gerçekleşmiş olur”.
Sevgili okurlarım, İnsan hakları ve demokrasinin önemini izah ederken, sizleri biraz gerilere götürerek, bu hakların nasıl elde edildiğini söylemek istiyorum “Tarihi süreç içinde, 1215 yılında, İngiltere Kralına sunulan bildirgeyle, “Manga Karta Belgesi”, bu belge bir derece insan hakkı bildirgesi olarak sayılmaktadır”.
Bir diğer önemli bildirgede, Amerika’da yayınlanan “Bağımsızlık Bildirgesidir”. Bu bildirgede, “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramlar yer almaktaydı.
Bir diğer bildirgede, “1789 yılında gerçekleşen Fransız ihtilali” sonucunda, yayınlanan bildirgedir.
Bir başka bildirgede, ikinci dünya savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, kabul edilen ve 10 Aralık 1948 yılında yürürlüğe giren bildirge, “İnsan Hakları Beyannamesi,”dır. Bu beyanname imzalandıktan sonra, bütün dünyaya duyurulmuştur. Bu bildirgenin giriş bölümünde, aynen şu ibare yer almaktadır. “Bütün uluslar kendi insanlarının temel haklarına saygılı olmalı ve insanlarını devletin hâkim güçleri karşısında korumalıdır. Bu korumanın temel öğelerinden birisi de, hukukun evrensel değerlerine uygunluğunun sağlanmasıdır. Aynı zamanda, hukukun üstünlüğü ilkesi, birinci derece de hâkim kılınmalıdır,” deniyor.
Sevgili okurlarım, insan hakları bildirgesinde yer alan bu maddeleri incelediğimizde, bizler bu hakları ne kadar kullanıp kullanmadığımız orta yerde durmaktadır. Bu vesileyle, neden ve niçin sonuçlarına baktığımızda, insan hakları ve demokrasimizin yeterince gelişmemesi ve ihlal edilişi bir takım çıkar çevrelerinin genel menfaatlerinden kaynaklandığı gerçeği de, ortadadır. Bu gün ülkemizde olduğu kadar, dünyanın da birçok ülkesinde insan hakları ve demokrasi ihlaller gerçekleşmektedir.
Sevgili okurlarım, insanların çağdaş değerlere uygun bir ölçüde yaşaması, ekonomik, sosyal ve evrensel değerlere ulaşması ve hukukun üstünlüğü içinde yer alan ölçüler şartıyla, reel gelirlerden kendine düşen payı almasıyla oluşur. Toplumsal barışın ve insanca yaşamanın bütün kuralları ve değerleri buna bağlıdır. Aksi halde, İnsan Hakları ve Demokrasi’den mahrum kalan insanların, insan hakkından bahsetmek mümkün değildir.
Mürsel Adıgüzel
Eğitimci Yazar ve Şair