Biri çok incinmiş ki şöyle içini serpmiş sayfasına:
“Aniden olmadı, birikti. Yavaş yavaş dolup sonunda taştı. Bugün attığım üç beş adım yormadı beni. Dün yürüdüğüm kilometrelerce yol nefesimi kesti. Çok İNCİNDİM, çok! Doldum taşıyorum artık. Ve siz sadece bugün, benim taştığımı görüyorsunuz.”
Kim bilir o kişiyi kim incitti?
Sözle mi, yoksa davranışı ile mi, bilinmez ama ben o kişileri çok yakından tanıdım. Onları siz de tanırsınız. Hani sürekli hep” Ben” diye başlarlar. Örneğin; “Benim pişirdiğim yemeği kimse yapamaz. Kimse benim elime su dökemez. Sen mi beni tavlada yeneceksin? Daha on fırın ekmek yemen gerekir.”
Sanki bir onlar iyi ve mükemmel. Sanki dünyayı onlar yönetiyor, sanırsınız.
Kimdir onlar biliyor musunuz?
Hani bir çocuk masalında cadı vardı. Geçerdi aynanın karşısına, şöyle cila yapardı egosuna:
“Ayna ayna güzel ayna var mı benden güzeli”
Alfred Adler burnu büyük kibirli insanlar için bir söz etmiş. Sevdim o sözü. Diyor ki:
“Gösteriş meraklısı kibirli insanlar, patolojik aşağılık kompleksi olan insanlardır.”
Gerçekten bazı yaşanılanlar hiç unutulmuyor. Mesela, iyi gününüzde, kötü gününüzde söylenmiş bir söz, omzunuza dostça bir dokunuş,ayağınıza atılan bir çelme, uzatılan bir el, çevrilen bir baş mesela, hiç unutulmuyor. Böyle günlerde nerede, kiminle durduğunuz veya adım attığınız o kadar önemlidir ki…
Çünkü artık insanlar her şeyi acımasızca eleştiriyorlar. Ne haksız olduklarını kabul ediyorlar, ne yeri geldiğinde susuyorlar.
Onlar için herkes kusurlu, her şey yanlış. Eğer onlar insanlıktan nasiplerini almış olsalardı çuvaldızı önce kendilerine batırıp “Acaba ben doğru muyum? Herkes yanlış da bir ben mi mükemmelim?” sorusunu kendilerine sormalılardı.
Aslında onlar insanları aptal yerine koyarken eleştirdikleri kişilerin de “her şeyin farkında olduklarını, içten içe onlara öfke biçtiklerini veya içlerinden onlara kıs kıs güldüklerini,” bir akıllarına getirmiş olsalardı, sorun olmayacaktı.
İnsan, öyle bir varlıktır ki, hatalarından yine ders almıyor. Fakat hayat öyle bir eğitmendir ki;
O kıymetini bilmediği, değerini geç fark ettiği ve asıl önemli olan insanlarla eninde sonunda yüzleşiyor ve onlarla sınanıyor.
Rahmetli annemin bir sözünü anımsadım:
“Bir tatlı söz, bir gönlü ömür boyu mest eder. Bir kem söz, bir insanı bir günde ihtiyar eder.”
Söyleyin bana:
Hangimizi değer verdiğimiz birinin acı bir sözü kalbimizi incitmedi ki?
Daha dün komşuma İNCİNDİM, gücendim.
Gece gündüz bas sesli müziklerle gece gündüz beni rahatsız etmemesini rica ettiğimde; verdiği yanıt şöyleydi:
“Bu benim işim, ben bununla para kazanıyorum. Yapacak bir şey yok. Katlanacağız artık.”
Yahu ben neye, niçin katlanayım evimde?
Hele gece tam uykumun en derin yerinde!
Komşunun bana verdiği yanıt, yenilir yutulur değildi. Ona bir apartmanda nasıl oturuluru “birlikte yaşama kültürünü” ben mi öğreteceğim şimdi?
Sözün özü;
Şu üç günlük dünyada huzurla, barış içinde yaşamak varken bu kibir, kendini üstün görme, bencilce tavırlar, edalar nedir ki?
Adler’in de nokta atışı yaptığı o patolojik aşağılık kompleksi olanlar eninde sonunda; yanıla yanıla, kırıla kırıla, incine incine “insan olmanın” nasıl bir duygu olduğunu eninde sonunda anlamış olacaklar.
Tabi iş içten geçmemişse…
Emine Pişiren/Akçay