Muzur çocukların kabahatlerini örtmek amaçlı ve azarlanmaktan kurtulmak niyetli gözyaşlarına nasıl inanmıyorsam siyasetçilerinde göz yaşlarına o kadar inanmıyorum. Evinin arka bahçesinde yılanları besleyip çoğaltanların ramazan ayında o komşularına iftar yemeği yedirme gösterişinden bir sevap kazanacaklarına nasıl inanmıyorsam ilimsiz ve irfansız yöneticilerin bozduklarından daha çok düzgün işler üretebileceklerine de o kadar inanmıyorum. Bir derenin yukarıya doğru akabileceğine inanmıyorsam boş vaatlerden bir bereket doğacağına da o kadar inanmıyorum.
Fil gibi kibirli büyük burunlu, fare gibi korkak ve kemirgen, çakal gibi leş düşkünü, yılan gibi sinsi ve örümcek gibi tuzaklar kuran insanların hayırlı işler yapmalarının mümkün olduğuna nasıl inanmıyorsam zorlayıcı, tahakküm edici, diktatöryal emareler taşıyan siyasetçilerinde demokrat olabileceklerine o kadar inanmıyorum. Karikatürist bir eleştiriye dahi tahammülü olmayanların, makalelerde eleştirilmeyi hazmedemeyip yazarları azarlayan ve onları gazete patronlarına işten atmalarını isteyenlerin, hatta işi ilerletip gazete patronlarını da kendi siyasi fikirleri gibi düşündürmek için çeşitli baskı araçları kullananların, açıklayamadıkları bir servete sahip olup sonra da işçi emeklisi olduğunu meydanlarda bağıranların demokratlıklarına inanmıyorum. Hırslarının, korkularının ve çevrelerinin güdümünde robotlaşmış olanların meydanlardaki özgürlük çığırtkanlıklarına inanmıyorum.
Halkı yolunacak kaz gibi görenlerin, erzak torbalarını sandıkta oya çevirenlerin, ideolojilerini din diye pazarlayanların ettikleri dualara ve söyledikleri kardeşlik türkülerine inanmıyorum. Kendilerinin içmedikleri hapı başkalarına şifa diye satanların Lokmanlıklarına inanmıyorum.
Kurt hasta rolü yapıp ormanda ziyaretine gelenleri afiyetle yiyormuş, tavşana da karşıdan bağırmış o kadar ziyaretime gelenler oldu bir tek sen uğramadın yanıma diye birde haklı çıkmaya çabalıyormuş. Tavşan da kurda demiş ki, ziyaretçilerin evine geliş izleri var da neden gidiş izleri yok. İşte bu kurt misali mağduriyet edebiyatı yapanların samimiyetlerine inanmıyorum. Ormanda yangın çıkmış hayvanlar ateşten kaçmaya uğraşırken akrep de tosbağa’ya yalvarıyormuş. Ne olursun beni de sırtına bindir beraber şu dereyi geçelim de ateşten kurtulalım diyormuş. Akrep yeminler ediyormuş dereyi geçene kadar uslu duracağına ve tosbağa’yı sokmayacağına dair. Sonunda tosbağa almış akrebi sırtına ve dereyi geçmeye başlamışlar. Yarı yola gelince akrep duramamış ve tosbağayı sokmak için iğnesini vurup duruyor. Tosbağa akrebe sormuş hani uslu duracaktın, beni sokmayacaktın. Akrep ben akrebim fıtratım bu demiş. Tosbağa da öyleyse sana güle güle demiş benim de fıtratım bu. Akrep boğulmuş gitmiş dere de. Dereyi geçinceye kadar sözüne sadık kalamayanların tosbağa misali halkın sırtında dolaşan akrep fıtratlıların demokrasi anlayışlarının değişebileceğine inanmıyorum.
Yaşam felsefeleri Havuç beklentisi, siyaseti köprüyü geçinceye kadar olanların, bırakın taşın altına elini sokmayı burnundan bile kıl aldırmayanların demokratlığına inanmıyorum.
İnananlar neye göre inanıyor onu da yazabilirler yoruma