Mezun olduğum yılın eğitim ve öğretimin başladığı ayın son gününde, anlamlı bir buluşma için, ilçeye gideceğim. İstek ve heyecan birbirine karıştı ve nerede ise yolumu kaybedecektim. Bu da yetmemiş gibi çevreyi sis sarmaya başladı. Sisli havada düşe kalka da olsa bir sevgi uğruna yürüyecektim.
Hayatın kötü diye sunduğu kaygan zemin kişiye caydırıcı olsa da geçtiğim yolun engebesini görmüyorsun. Başında kavak yelleri eserken, güller arasında gezinir gibi hissediyorsun kendini. Bu dakikadan sonra neyi eksik yaptığın önemli değildi. Bir köprü ki, geçilecekti.
Biraz soluklandım ve öyle taksi dolmuşa yöneldim.
İçimdeki duyguların kanıtı olamazdı. Dışardan da hiçbir şekilde anlaşılamazdı. Kafana takmışsın ve de gerginsin. Hoşgörünü ve güler yüzünü biraz ertelemişsin.
Dolmuş taksinin kapısını açtığımda, önümde duvar gibi duran iki insan ani olarak bana dönüp dik dik baktılar. Sanki şüpheli bir kişi görmüşlerdi. Kıyafetleri de sefil bir insanın giyinişini yansıtıyordu. Kendimi ağa takılmış balık gibi hissettim. O duvar gibi duran kişilere, “Çekilir misiniz?” Dedim.
Arabanın bozulan aksamının çok ses çıkarması gibi, beni yüksek sesle sorgulamaya başladılar. Onların tepkilerini anladım fakat bozuntuya vermedim. Fakat kafamda her şey bulanık ve karmakarışıktı.
Birinci duvar: Okulda olman gerekmiyor mu? Dedi.
Gül bahçesindeki hayallerimi taşladılar. Neyse anlamazlar güller arasındaki sevgiden.
Okulla ilgim kalmadı. Bundan sonra okulda olmak veya olmamak benim elimde, dedim.
İkinci duvar: Kafana göre tatil olur mu? Görevde değil misin? Dedi.
İstediğimi yaparım, dünyamı kimse cendereye sokamaz, Dedim.
Birinci duvar: Peki nereye gidiyorsun? Diye hiddetlendi.
Ay ışığı altında da olsa palamut gibi parlamanıza gerek yok, dedim.
İkinci duvar, yanındaki birinci duvara, sinirlerim bozuldu, acısını çıkaracağım, dedi.
Dürüst davranırsan kendini mutlu hissedersin dedim.
İkinci duvar ağzını açacaktı ki, ilçeye vardık. Şoför son durak dedi.
Dolmuş taksiden indim ve geri bakmadan, gül bahçemdeki hayallerime döndüm. İçimden de güldüm. Tüm duygusallığımla elimde gül, dilimde incecikten bir nağme, fark ediliyordum. Caddede tek başıma, kimseyi görmüyordum.
Kimseyi üzmek amacında değildim. Bundan emindim. Hakkındaki düşüncelerin bariz daha katılaşması için, üzerilerine gittim. Onlar kesinlikle ayıkmadılar. Çünkü ilk önce gidecekleri köyün yerine rotalarını ikizimin görev yaptığı köye değiştireceklerini söylediler.
İkizime ve öğretmen arkadaşlarına gülmek için malzeme veriyorum. Onun için, iki duvarın aldığı karardan endişelenmiyorum. İkizime Ankara’da rastlayan arkadaşım neden bakmıyorsun diye ensesine bir şaplak atıyor. İkizim, gülüyor ve kendini tanıtıyor.
Akşamı zor bekledim.
Dünyalarını mevkilerinden aldıkları güce göre kuranlar, küçülür fakat farkında olmazlar. Hayal dünyamda geziniyorken kardeşim gülerek içeriye girdi. Olay ortada söylenecek bir şey yok dedim. Katıla katıla güldük.
Kardeşim, zilin çalmasına on dakika kala müdür, sınıfın kapısını açtı ve müfettişler seni istiyor dedi. Zil çalsın dedim, hayır hemen istiyorlar dedi. Müdür beyin makamına girdim ve günaydın hoş geldiniz dedim. Müfettişler barut gibi, bir saat önce neredeydin deyince anladım sana rastladıklarını. Sınıftaydım ve teneffüse de çıkmadım. Elimi bile yıkamadım. Hayatı duygularıyla yönlendirmeye çalışan yanılır. Yardım edeceğim bir şey var mı? Dedim.
Müfettişler, bir saat önce ilçede değil miydin?
Sabahtan beri buradayım. Okul dışına dahi çıkmadım.
Kafama göre takılırım, görevi şimdilik bıraktım demedin mi? Dediler.
Müdür bey dayanamadı ve müfettişlere açıkladı. Sizin gördüğünüz Hüseyin beyin ikizidir. O sizinle şaka yaptı, fark edemediniz.
Müfettişlerin biri bana diğeri de müdür beye sarıldı. Beraber güldük. Seni görmek istediler.
Müdür bey, “Bulutların üzerine çıksan da dağın doruğuyla karşılaşırsın.” Dedi.
Hasan TANRIVERDİ