ŞAİR NİGAR HANIM
Nigar Binti Osman
Doğumu 1862, 1 Nisan 1918’de ne yazık ki aramızdan ayrılıyor.
Divan edebiyatının hüküm sürdüğü altıyüzyılık süre içinde ancak 50 kadar şair kadın çıkabilmiştir. Çünkü divanlar, mesneviler, pend nameler içinde kadın hep kötü sıfatlarla nitelendirilmiştir, eğitimine izin verilmemiş ve kapalı kapılar ardına mahkum edilmiştir.
50 şair kadının ortak özelliği babaları devletin üst düzeyinde olmaları Avrupa görmüş ve yüksek tahsilli olmalarıydı. Birisi hariç Yaşar Nezihe.
Şair Nigar hanım, bir Macar Paşa’nın kızıydı. 1848’de Macaristan’da başarısız bir ihtilal girişiminden sonra Osmanlıya sığınan bir grup subaydan birisiydi, Müslüman oldu ve Osman adını aldı. Dört dil biliyordu, savaşlara katıldı, paşa oldu. Mekteb-i Harbiye’de ömrünün sonuna kadar öğretmenlik yaptı
Annesi Emine Rif’ati hanım, mutasarrıflık görevinde bulunmuş İzmirli Nuri Bey’in kızıdır, tipik bir şark kadınıdır.
Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu, Şair Nigar hanımı’’bestesi şarklı, güftesi garplı ‘’diye nitelendirir kitabında.
Şair Nigar hanım, yirmibeş yaşından itibaren düzenli günlük tutmaya başladı,bu yirmi defterin ölümünden elli yıl sonra yayınlanması şartıyla, Aşiyan müzesine emanet edilmesini vasiyet etti. Bazı bölümlerini oğulları, 1 nisan 1959 da ‘’ŞAİR NİGAR Hayatımın Hikayesi NİGAR BİNTİ OSMAN’’ adıyla yayımladılar. O zamanlarda kadınların sadece adları vardı… Soy ağacında tam adı Fatma Hatice Nigar olarak geçmektedir. Bu defterlerden ilk sekizi düzenlidir, sonralarında yazma tarihlerinin araları biraz açılır. Özellikle 1908’den sonra.
Yedi yaşına geldiğinde babası onu Kadıköy’de Madam Garos’un yatılı mektebine kaydeder. İtalyanca ve Fransızca eğitim verilmektedir, belki de oradaki tek Türk kızıdır. Aile ise Cihangir’de oturmaktadır üç ayda bir eve gidebilmektedir babası ise onu görmeye her hafta sonu gelir. Buradaki arkadaşlarından da Ermenice ve Rumcayı öğrenir. Madam Garos tiyatroya gideceği zamanlar, örtünme çağı gelmeden görsün öğrensin diye çocuklarını değil onu tiyatroya götürür. Bu arada Ebullisan Şükrü Efendi’den Türkçe dersleri aldırılır. Ayrıca Arapça ve Farsçayı da öğrenmiştir. Piyano, resim dersleri de en ünlü öğretmenlerden özel ders olarak aldırılır.
İlk defa Nigar hanım Osman’ın kızı olarak adının yanına binti Osman’ı ekledi. Babasını ‘’bir ehl-i seyfü kalem’’ olarak nitelendirir, beste yapabilecek derecede müziğe hakimdir.’’Macaristan Hatırası’’adını taşıyan valsi, Nigar hanıma ithafen neşredilmiştir. Bir dönem kızının bizzat Almanca ve Fransızca hocasıdır.
Şair Nigar, sıkıntılarını günlüğüne dökerek rahatlıyordu, adeta konuşuyordu onunla. Yirmibeş yaşında üç çocuğuyla eşinden boşandığında başladı günlük tutmaya. Şiirlerinde de aynı samimiyetle duygularını paylaşım vardır.
‘’gel ey hem- demim, hem-nişinim, hem rahim olan kalem.
Gel ey tesliyet-sazım kağıt. Gelin yine size tevdi-i elem edeyim.
Okula geliş gidişlerinden birinde 1872 ‘de Çengelköyü iskelesinde devrin en ileri gelen zenginlerinden Hacı Salih Beyin oğlu Mehmed İhsan beyin dikkatini çeker, görücü gönderirler. Babası kızının çok küçük olduğunu söyler ve reddeder. Bir süre sonra babası razı edilir ve 1875’de evlendirilir. Düğün salonuna kırlangıçlar girer, onların arkasından biranda neşeyle koşmaya başlar, daha onüç yaşının içinde bir çocuktur. Nigar hanımın deyişiyle, kocası tanzimatın ruhuna değil şekline meftundur. Yeniliği Beyoğlu’nda eğlence, zevkte koşmak olarak görür, çoğu zaman eve gelmemektedir ve kendisine incitici davranışları olmaktadır. Görümcesinden de çok baskı görür. Üç oğulları olmuştur, denemeleri çaresiz kalır, yirmibeş yaşındayken boşanırlar.
Oğulları Salih Münir, Salih Feridun, Salih Keramet annelerinin adını soyadı kanunundan önce de adlarının yanında taşırlar, sonra da soyadı olarak almışlardır. Oğullarını, çevresi ve babası sayesinde parasız devlet okullarında okutur, babaları ise zevk-ü sefaya dalmıştır. Yıllar sonra oğullarının hatırı için tekrar evlenir İhsan beyle ancak yedi yıl daha dayanabilir, İhsan bey mal varlığını gece hayatı ve kumarda yer bitirir. Tekrar boşanırlar. Bu arada önce annesi hastalanır birkaç yıl ona bakar ve annesi ölür, sonra da babasına felç gelir ve bir yıl içinde babası da ölür. Bu halde yaşamaya dayanamadığı için paşa giysilerini giyip denize doğru yürüyerek intihar ettiği söylenir. Hayatı acılar içinde geçmektedir, zaten uzun yıllardır böbrek, mide hastalıkları vardır, uzun süre yatarak tedaviler görür, ağrıları hiç bitmez. Hep perhiz yemekleriyle yaşamaktadır. Geçim sıkıntıları başlar, kendisine babasından bir miktar maaş bağlanır, bunu da çok düzenli olarak alamaz. Değişik ülkelerin prensleri, prensesleri ve Macaristan’daki akrabalarının davetleri üzerine yurtdışına gidip gelir zaman zaman. Seyahatler bozulan sinir sistemine de çok iyi gelmektedir. 1908’de Meşrutiyet ilan edilir. Babası II. Abdülhamid’in paşası olan, kendisi de Padişahın Şefkat Nişanına sahip birisi olarak İttihat ve Terakki’den pek hoşlanmaz.
Şiire acı bir olayla başlar. Kendisinden dört yaş küçük kardeşi Ali Osman iki yıllık evli ablasını yanında uşakla birlikte ziyarete gelirken bir araba altında ezilerek ölür. İlk şiiri bu acıyla kardeşine yazılan bir mersiyedir. Annesi kardeşinin fesini göğsünde sakladığından, ’’Kardeşimin Fesi ‘’ şiirinde annesinin yaşı ilerlemiş olmasına rağmen bu acısının geçmediğini anlatır.’’Validem’’ şiiri de aynı şekildedir. Özel hayatının fırtınaları içinde ondört yaşından beri yazdığı şiirlerini ”Efsus” adını verdiği bir şiir mecmuasında toplamaya karar verir. (1887)Yerli yabancı çevrelerde büyük sükse yapar. Özellikle ‘’Feryad’’ gazeline şair kadınlarca çok sayıda nazireler yapılır. Feryad’tan bazı dizeler:
”feryad ki feryadıma imdad edecek yok
efsûs ki gamden beni azad edecek yok
tesir-i muhabbetle yıkılmış güzel emma
virane dili bir daha bad edecek yok”
Fransız ve Peşte gazetelerinde hakkında makaleler çıkar. Neşir hayatına girmek üzere olan Mürüvvet gazetesi ve Parça Boğçası dergisinden davet alır. Eser sultana da takdim olunur. Yeni edebiyatın bir şair kadın kaleminden çıkma ilk şiir kitabıdır bu. En önemli yanı diğer Müslüman kadınlara da yazmak hususunda cesaret verir.
Babası yabancı sefirleri ve yazar şair dostlarını evlerinde kabul etmesine izin verir ve böylece hızla çevresi genişler. Zamanında Sultan II. Abdulhamid’e yazdığı hocası Mr. Ricci’ye verdiği medhiye güftesi bestelenmiş ve huzurda icra edilmiştir. Padişahın çok hoşuna gitmiş, güfteyi kimin yazdığını sormuş, bir Türk hanımı olduğunu duyunca çok memnun olmuş.
Bu hoş ve aydın kadın, yabancı ve Osmanlı pek çok aydın kişiden evlenme teklifi alır, ancak oğullarının üzüntüsü karşısında evlenmekten vazgeçer. Münir ”Anneciğim kendimi öldüremem ama, üzüntümden ölürüm” der…
Sultanlar ve eşleri ise çok yakın görüşürler. Kışı geçirdiği Nişantaşı’ndaki taş binada her Salı zamanın ünlü sanatçılarını, şairlerini, yazarlarını ağırlar. ‘’edebi salonu’’ ilk tesis eden kadın olduğu konusunda yaygın bir kanı vardır. Yazlarını ise Emirgan’daki yalısında dinlenerek geçirir.
Balkan Savaşlarıyla birlikte ülkede sıkıntılar baş göstermeye başlamıştır. Birinci Cihan harbiyle birlikte kıtlıklar başlar. Bulguru hiç tanımayan saray bile, pirinç bulunmadığı için bulgur yemeye başlarlar. Buna da Enver Paşa pirinci adını verirler.
Son yılların günlüklerinde Kaht ü Gala ifadesini sıklıkla kullanır. Midesindeki hastalık ilerlediğinden karneyle verilen çoğu zaman onu da bulamadığı süpürge tohumu, mısır, kepek, samandan yapılan ekmeği yiyememektedir. Pirinç haricinde hiçbirşeyin hastalığına, midesine iyi gelmediğini anlatan dilekçesiyle iaşe-i umumiye riyasetine başvurur, iki ay uğraştıktan sonra, 10 kıyye pirinç gelir. Enver Paşa’nın isteğini yerine getirmesinden duygulanır. ’’hal-i teessüratım müsait olsa idi, sevincimden pirinci öpecektim’’der.
Balkan harbi yıllarından itibaren pek çok yardım derneğinde çalışır. Hilal-i Ahmer (kırmızı ay sonra kızılay olur) kurucu azalarındandır. Cemiyet-i Hayriye, Esirgeme derneği, Müdafaa-i Milliye Osmanlı Hanımlar Cemiyeti gibi. Bu derneğin toplantılarından ikincisinde Halide hanımı müteakiben ‘’koşalım tehlikede çünkü vatan’’dizesiyle başlayan başlıksız şiirini ve ‘’Vatan’’şiirini okumuştur.
Paşa kızı olarak yaşamış, yurtdışına ün salmış, sultanların, prenslerin davetlerinde boy göstermiş, peri masalı gibi görünen yaşamının bir de hastalıklar, mutsuz evliliği, iftiralar, dedikodular, savaşlar, yoksulluklar, vesika ekmeği, pahalılık ve uyumsuzluklarla dolu diğer yanı vardır.
Giyim tarzı o günün modasını yaratır, bir dönem çarşaf da kullanır.
Osmanlıda çarşaf, Suphi Paşa’nın Suriye valiliğinden dönüşünde ailesinin ilk çarşafla sokağa çıkmasıyla başlamıştır. Çarşaf Suriye’den gelmiştir. II. Abdülhamit zamanında içinde kim olduğu belli olmadığından iki sene yasaklanır, sonra yasak kaldırılır. Birinci Cihan Harbi yıllarında ise kumaş fabrikalarının yalnız askeri ihtiyaca tesis edilmesinden dolayı çarşaf modası unutulur.
Veliaht Vahdettin Efendi, Edirne’nin geri alınışı nedeniyle yazdığı bir manzumeyi bestelemiş, bu da Nigar hanımı çok mutlu etmiştir.
‘’hayatımın en güzel zamanı şiir yazdığım anlardır’’der… Bir şiirine daha bakalım o zaman (türkçeleştirilmiş)
Bir Daha Söyle
Biricik sevdiğin dünyada ben miyim şimdi?
Gerçekten ben miyim artık aşkının muhatabı?
Bütün o istek dolu yüreğinin derin duyguları
O ezeli düşkünlük, o sonsuz ilgiler
Benim mi şahsıma mahsus? Bir daha söyle.
O hüzünlü akla gelişlerin, o üzüntülerinin belli olmasının
Gerçekten esinleyeni hep ben miyim, bugün söyle:
Duygulanmalarını, düşüncelerini bütünüyle söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim üzüntün
Seni inciten nedir? Bir daha söyle…
İlk kadın dergisi sayılabilecek Terakki-i Muhadderat ve izleyen dergilere şiirlerini gönderen şair kadınlar adlarını gizlemektedirler. ”Çünkü şair erkeklerle aralarında asırların getirdiği bir gelenek donanımsızlığının doğurduğu büyük fark vardır” der Nazan Bekiroğlu. Nigar Hanımdan önce adlarıyla dergilerde şiirleri yayınlanan Fitnat ve Leyla hanımlar dikkat çekmektedir ancak erkeklerin ifade kalıplarını kullanmışlardır. Bu isimler divan tarzı şiirlere imza atarken, Nigar hanımın onlardan farkı ve önemi Divan tarzı şiirlerinin yanı sıra Fransız edebiyatının etkisiyle yenilik çeşnisi taşıyan eserler vermiş olmasıdır. Diğer yandan da sanat hayatına bir kitapla başlamış olması da ona ayrı bir yer sağlamıştır. Doğasının duygularını bütün heyecanı ve samimiyetiyle ifade eden ilk şair kadındır.
Eski divan edebiyatından kendisini en çok Fuzuli’nin duygulandırdığını söyler. Aşk ve ızdırabı şiirinin hareket noktası yapan Fuzuli’yi kendi ‘’sevdavi’’ mizacı ve platonizmine nihayet şiir anlayışına yakın bulmasıdır
Efsus’tan bir dizesine bakalım:
’’Bu aşk-ı dilim müebbed olsun, kurtarma beni ilahi asla’’
Bunca platonizmine rağmen epiküryen Nedim’e de şuhluğundan, şakraklığından dolayı hayrandır. Namık Kemal’e ise edebiyatımıza vatanseverliği getirdi diyerek hayranlığını belirtir. Abdülhak Hamid’in adı geçince ‘’büyük ve asil bir ruhtur ‘’der.
İlk Ahmed Midhat Efendi’nin bütün eserlerini okuyarak, Türkçeyi ancak onun sayesinde öğrendiğini yazar günlüğüne. Ailece de görüşmektedirler. Toplumsal kadın meselesine önem veren Ahmet Midhat Efendi’nin bu anlamda bir bilinç oluşturmasına yardımcı olduğu da söylenebilir. Nigar hanımı iyi bir şair olarak kabul eder ve yerli yabancı dostluklar edinmesine yardımcı olur.
Recaizade Mahmut Ekrem Bey, teorisyenliği ve yenilikçi fikirleriyle üstadı olmuştur.
Niran, Aks-i Seda, Safahat-ı Kalb adlı eserleri Edebiyat-ı Cedide dönemine denk gelir. Özellikle Aks-i Seda bazı yanlarıyla Servet-i Fünun etkisini taşımaktadır. Edebiyat-ı Cedideciler içinde kendisini ençok duygulandıranın Cenab olduğunu ifade eder. Cenab’ın şiirine, nesrine, zekası nedeniyle fikirlerine hayrandır. Milli edebiyatın hece ölçüsüne ise karşıdır.
Çok sayıda güftesi vardır. Bestesi Tatyos Efendi (Leyla Saz’a ait olduğu da söylenir) hicazkar makam. Atatürk’ün de en çok sevdiği şarkılardan birisidir. Bazı dizelerini paylaşalım:
Mani oluyor halimi takrire hicabım,
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım…
Nigar hanımı ARA NESİL şairleri arasında saymaktadırlar. Ara Nesil terimi ilk kez Mehmet Kaplan tarafından kullanılır. Necat Birinci’ye göre yaklaşık 1880-1896 yıllarını kapsar. Mükemmel bir yabancı dil bilme ve eserleri orjinalinden okumaları ortak özelliklerindendir. Halide Edip ve Makbule Leman ve onbeş kadar şair erkek de bu gruba dahil edilmektedir. Edebiyatı estetik bir olgu olarak kabul ettiler. Her nevini güzelleştirme yollarını aradılar. Yeni bir şiir dili arandı. Batılı nazım şekli kullanışları yaygınlaştı. Çok sayıda tercüme eserler yapıldı. Esasında Serveti Fünunun alt yapısını hazırladılar.
Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin başyazarıdır. İlk defa kadınlar az da olsa telif ücreti almaya başlarlar. Tercüme şiirleri yayınlanır. Bu dergide İlk üç yıl yazar. Anne ve babasının hastalığı, boşanması yazım hayatını olumsuz etkiler.
Servet-i Fünun mecmuasında başlangıçta Üryan Kalb adını kullanır. Tevfik Fikret’in bir yazısında Makbule Leman’a gösterdiği teveccühü kendisinden esirgediğinden bir süre kırgınlığını böyle belirtir.
Meşrutiyetten sonra hızla çoğalan kadın mecmualarında şiirleri yer alır. Son şiiri de Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası’nda yer alır. Vefatına üzüntüleri anlatan yazılar ve şiirlerle…
Eserleri:
Efsus 1 (1887): Ondört yaşından beri yazdığı şiirleri ihtiva eder. Onbir yıllık dönemi kapsar. 41 sayfalık küçük bir mecmuadır. Onaltısı nazım, sekizi nesirdir. Lamartine ve Musset’den iki şiir tercümeleri de vardır. Şiirler divan ve yenilik arayan şiirleri içerir. Dört yıl sonra ilavelerle ikinci kez basılır.
Efsus 2: Üç yıl sonra yayımlanır. 155 sahifedir. Yazma nedenini dertlerini paylaşarak hafiflemek olarak belirtir. Bazı dergilerde yayınlanmış ve hiç yayınlanmamış şiirlerini kapsar.
Hem eski hem yeni tarz şiirler vardır. O hala bir aşk şairidir. Hayattan ve felekten şikayet eder, yalnızlık işlenir, aşka özleme dönüşür şiirleri.
Niran (1896): Altı yıl sonra Hanımlara Mahsus Kütüphanesinin ilk kitabı olarak çıkar. Genellikle bu mecmuada yayımlanmış eserlerini biraraya getirmektedir. Daha olgun bir eserdir. Manzum ve mensur olarak iki bölümdür. Yayımı Edebiyat-ı Cedidenin teşekkülü dönemine rastlar. Mensureler, anı, deneme, öykü tarzındadır. Romantizmle erken bir realizm arasında gidip gelmektedir. Üç de tercüme vardır.
Aks-i seda: Niran’dan üç yıl sonra yayımlanır. Olgunluk eseri olarak kabul edilir. Edebiyat-ı Cedide ona teknik açıdan çok şey katmıştır. 326 sayfadır. Nesrı de bu kitapta çok beğenilir. Süleyman Nazif ”temin ederim ki erkekler arasında bu kuvvette nesir nadirdir”der…
Safahat-ı Kalb: Hanımlara mahsus gazetede mektuplar biçiminde tefrika edilmiştir. Dönem sanatçıları gibi, mektup en sevdiği edebi türlerden biridir. Esasında bir psikolojik roman olarak da kabul edilmektedir. Bu kitapta Kendisine sevmedin mi? sorusunun sorulduğu yerde,’’sevmedin mi ne demek? Dünya’ya geleli ondan başka bir şey yapmadım’’ derken mizacını yansıtır
Elhan-ı vatan (1916): Edebiyat hayatının çoğu ferdiyetçi çizgide geçmiştir. Dönemin pekçok sanatçısı gibi, ağırlaşan maddi ve sosyal şartlar toplumsal meselelere açık bir romantizmin belirdiğini gösterir şiirlerinde. Türk –Yunan harbi sırasında 1897’de yazı ve şiirleri de vardır. Namık Kemal’den çok etkilendiğini söyler. Esirgeme derneği yararına basılmıştır bu kitap.
Tiyatro eserleri: Çok iyi bir tiyatro izleyicisidir. iki eseri vardır. Birisi oynamış ama yayımlanmamış, diğeri ise oynanmamış ve yayımlanmamıştır. Kadın yazarlarımız II. Meşrutiyet sonrası serbestleşen ortamda eserler vermişlerdir. Çünkü toplumun tiyatroya karşı bakışı son derece olumsuzdur.
1- Tesir-i Aşk: 1883’de yazılmış ama yayımlanmamış, bundan dolayı meşrutiyet öncesinde kaldığından ilk kadın imzası oluyor bu tiyatro denemesi, oynanmamıştır. Nigar hanımın yeniliğe açık ve geniş edebi alanını göstermesi bakımından da ilgi çekicidir, döneminde basılmamış eser, 1978 yılında Olcay Onertoy tarafından çevrilerek yayımlanmıştır.
2- Grive: Sahnelenmiş ama yayımlanmamıştır. Ahmed Midhat Efendi’nin temsil üzerine yazdığı bir yazıdan anlaşıldığınca, 1912 yazında Fındıksuyu’nda bir tiyatroda ilk defa oynanmıştır. Dönemin ünlü topluluğu Burhaneddin Tiyatrosu tarafından gerçekleştirilmiştir. Afişlerden anlaşıldığınca, ayrıca aynı topluluk Ferah tiyatrosunda da oynamıştır. Manakyan Kumpanyası da 1910 yılı ramazanında Beyoğlu Varyete tiyatrosunda oynamıştır. Toplumsal ve evcil dramlar arasında değerlendirilmiştir eser.
Çeviriler: 1887’de Efsus’dan itibaren parçalar halinde çeviriler yapar. Alfred de Musset’den neşren tercüme ettiği ‘’Tahattur Et’’ bir dönem çığır açmış bir tercümedir. Çeviride orijinal uslubun kullanılmasından yanadır.
Muhteva: Temler ve fikirler
Aşk: ”Varlık yokluk, büka ve hande, fikrim bu ki hepsi aşka dair” dir der.
Tabiat: Tabiat da ona sevgiliyi ve aşkı hatırlatır. Döneminin şairleri ve Fransız şairlerden de etkilenmiştir. Çiçeklerden en çok hanımeli etkiler kokusuyla ve mezarının üstüne de hanımeli dikilmesini istemiştir. Bu sevgi onu Allah aşkına doğru götürür.
Ölüm: Ağlama, anma şeklinde işlenir. Mezartaşı kitabeleri vardır şiirleri arasında.
Yaşamdan şikayet, yalnızlık, hastalık, annelik, aile diğer konularıdır.
Kadın: Kadın ve erkek beşeriyeti birlikte tamamlarlar diye bakar. Kadın haklarından eğitiminden söz eder ama feminizm çizgisine gelmez.
İmajlar: Değişik imajlar kullandığı görülür.
‘’semt-i semadan gelen ses’’
‘’yüreği rehin vermek’’
‘’her tarafta cevahir kokuyordu’’
Etkisi, şöhreti, unutulması:
Osmanlı kadınının kültür hayatı içinde II. Meşrutiyet öncesinde birinci sıradadır. Yurtdışında bilinen bir şair olmuştur. Kadınları cesaretlendirmiş ve edebiyatta yer almalarında öncü olmuştur. İçli, duygulu şiirleri erkekler üzerinde de etkili olmasını sağlamıştır. Sosyal ve siyasal şartların çok hızlı değiştiği bir dönemde yaşaması şanssızlığıdır. Ferdiyetçi şiirde kalması, hızla toplumcu şiire geçilen bir dönemde, Meşrutiyette yeterince yer bulamamıştır. Bir kadının ruhunu samimiyetle sergilemiş olması döneminin en ünlüsü olmasını sağlamıştır. Yeni edebiyatın ilk kitabını çıkarmış olması da çok önemlidir. Tanzimat’la Servet-i Fünun arasında büyük sanatçıların arasında kalan pekçok sanatçı gibi ve dilinin ağırlığı yüzünden ayrıca şair kadın olması yüzünden unutulmuştur.
O dönemin yazar ve şair kadınları birbirlerine destek olmuşlar ve güzel dostluklar da kurmuşlardır. Fatma Aliye için bir yazısında onun Müslüman kadınlar için bir övünç kaynağı olduğundan bahseder. Emine Semiye ‘’Sefalet’’isimli romanını Nigar hanıma ithaf etmiştir, derin bir dostlukları vardır. Makbule Leman başlıklı bir yazısında takdirlerini ve hastalığından duyduğu üzüntüyü anlatmıştır, geç de olsa tanışmışlardır
Son şiiri: Nigar hanımın Salı toplantıları müdavimlerinden, otuzüç yaşında tifüse yakalanarak ölen Raif Necdet’in teyze oğlu M.Rauf için yazdığı mersiyedir. Bu mersiyeyi yazdığında aynı mikrobu kendisinin de taşıdığının farkında değildir. Hastanedeki son ziyaretçisi Raif Necdet olur, M. Rauf gibi onun da kurtulamayacağını hisseder, hastanede onu ziyaret ettiği için vefakarlığına teşekkür eder ve M.Rauf’a yazdığım şiir benim son şiirimdir der.
Nigar hanımın yazma serüveni için Raif Necdet ’’İki mersiye arasındadır’’ der.
Nigar hanım hep özlediği ölüme kavuşmuştur artık
‘’Ne olur hissetmeden bir gece sönüversem’’ dizelerinde olduğu gibi…
Bu kadar ilki barındıran şair kadının ders kitaplarımızda yer alarak unutturulmaması ve saygıyla anılması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden Nisan ayında Şair Nigar Hanım’ı anmak istedim.
Kaynakçalar:
‘’ŞAİR NİGAR Hayatımın Hikayesi NİGAR BİNTİ OSMAN’’
”Şair Nigar Hanım” Nazan Bekiroğlu