Kara ateşin dumanı aşhaneyi sarmıştı. Kapı ve küçük pencere açık olduğu hâlde aşhanede göz gözü görmüyordu.
Nine postunda oturmuş, ayaklarını kızartıyordu. Kapıdan dışarıyı gözetledi ve “yağmur sisi” dedi. Ateşin çatırdamasına aldırış etmedi. Duman gözlerini yakmış ve kızarmıştı. Nine yorgundu. Ayağa kalkacak dermanı kendinde bulamıyordu.
Duymayacağını bilerek oğluna seslendi. İneğin suyu ısındı, ona irmik at ve içir. Peşinden çayırını ver, dedi. Bu arada oğlu bahçeden geldi ve ana ineğin suyunu vereyim, dedi. Tekrar anasına seslendi ve sustu. Ninenin yanaklarında, iki damla göz yaşını gördü.
Yine niçin üzgünsün? diye sordu.
Nine, oğlum, yıllardır üzgünüm, üzgün olmayayım da kim olsun. Bizi savaş yedi bitirdi. Üç haneden, iki kişi kaldık. Geri dönenimiz mümkün değildi. Kışı dağdaki mağarada geçirdik. Yerimiz belli olur diye ateş yakamadık. İki kardeşin soğuğa dayanamadı. Onları ineğin kucağında yatırdım, uyuttum ama ancak iki ay dayanabildiler. Amcanlar heyelana kapıldı ve vadide azgın sele kapılıp kayboldu.
Benim iki damla da olsa gözyaşım eksik olmaz. Oğlum bizim hikâyemiz iki damla gözyaşıdır. Gerisi gelmiyor, gözyaşı bezlerimin içi de kurudu.
“İki damla gözyaşım, iki kardeşini temsil eder,” dedi.
Yer değiştirmek zorunda kalınca, mağaradan kaçtık ve soğuktan korunamadık. Çaresizliğim gözyaşımda da kendini gösterdi. Dağlarda kimsesiz kaldık. Vadiye ve köye inemezdik. İnmek düşmana teslim olmak demekti. İneği sağdım ve içtik. Yaz günlerinde dağlarda mantar başta olmak üzere, ne bulmuşsak, pişirdik yedik.
Genelde dağın arka yüzeyinde kaldık. Ön tarafa gelemezdik çünkü bombaların sarsıntısı bize ulaşıyordu. Vadilerde aramalar yapılıyormuş, gerçi bizimkilerde düşmana zayiat verdirdi. Fakat onları sahamızdan çıkaramadılar.
Mağarada yağmur ve kardan korunduk. İnekleri bir tarafa koyduk. Onların yine de sıcaklığı ateş yakmadığımızda ortamın soğuğunu kırıyordu. İneklere obalardan ot taşıdık. Yoksa onların yaşaması mümkün değildi.
İki damla gözyaşımı bırakıyor ve yavrularımın hayali, gözümün önüne geliyor. Onlarla konuşuyor, gülüyor ve yarına kadar diyerek yatıyoruz. Kardeşlerine sevgim çoktu, sevgiden de öteydi. Babaları askerdi, baba kucağı görmeden gittiler. Küçük Ali, baba bile diyemedi. O vaziyette sabahın ilk aydınlığında evden çıktık. Köyün arkasına kadar kaçtık. Düşmanın kurşunlarına hedef olmamak için canımızı dişimize taktık.
Oğlu ineğin suyuna irmik kattı ve önüne koydu. Sonra da çayırını verdi. Ana da zor da olsa, ineği sağdı. Sütünü ocağa getirdi ve kaynatıp içtiler. Aşhanenin dumanı çıkmıştı. Kara ateş yanıyordu. Oğluna ateşin yanında yatacağını söyledi.
İki damla yaş hayata bakışımı değiştirdi. Öyle ki o yaş damlaları, kirazın gövdesindeki zamk gibi gözümün kenarında durmaktaydı. Onun için göz yaşım dinmez oğlum, dedi.
Düşman bahçede bir şey bırakmadı. Meyve ağaçlarını ve sınırda ne varsa kestiler. Onların dal uçlarındaki iki elma, iki kiraz kardeşinle seni temsil ediyordu. Ocakları yaktılar fakat hepsini ağır usul yerine getiriyoruz yavrularım gelmiyor, gelmiyor. Meyvelerim gelmiyor. İki damla göz yaşım onlar içindir.
“Yavrularım rüyalarımı süsler oldu. İki damla gözyaşım onların simgesidir,” dedi.
Hasan TANRIVERDİ