İçimdekileri; noktasız ve virgülsüz veryansın ettim.
Bilemedim bir analize tabii tutsa mıydım? Yoksa hep mi içimde kalsaydı.
Yalnız içime düşen duygusal problemlerin sıkıntısına katlanamazdım.
Kalbin, yüreğin dediler, “Mangal” gibi olabilir miydi?
İçimdeki duygusallığı çözemedim, çözülmüyor arkadaş. İçimin dışa açılışını kabullendim. Fakat sırrını bilemedim. Bilemedim fakat dışa çıkış şeklini de beğenmedim. Üzülenlerin olmasını da istemedim.
İçimdeki bilgileri, kontrollü bir şekilde, dışarı dökebiliyorsam, başarı sayılır. Sözlerin karşındakine ok gibi saplandığına üzülmüyoruz da dışarı döküldüğüne mi seviniyorsun.
İçimizdeki bilgiler, analiz edilmemiş de belirli bir şifreyle kontrol altına alınmamışlar. İşe yarayan bilgiler, şifre dahilinde plâklar hâlinde depolanmamışlar.
Analizi yapılmamış bilgileri düşündüm, onlar da plâkta yerini almış ama dışa atılmamaları için engel koymamışım.
İçimden gelen bir hırsla, iki dudağımın arasından, sözlerim çıkarken, kırıcı olacağımı anladım. Anladım ama söylediğime de pişman olmadım.
Karşımda hak eden de vardı, etmeyen de. Herkes payını alsın diye aklımdan geçti. Sözler uçmuş görünse de izlerini sünger dahi çıkaramayacaktır. Araştırman tam da bu noktada başladı.
İçimden geldiği gibi sözleri sarf eden merkezi sonuçta öğrendim. O merkeze etki edip aklıma geldiği gibi konuşmamaya özen göstereceğim. Yönetime bağlı merkez “Bellek” olduğu kesindi.
Sözün dışa vurumu, sabrın kontrolünde gerçekleşir. Akıl, sabır ile ayrışırsa, söz kontrolsüz dışa vurur. Bu durumda akıl ile sabır da çok kolay birlik kuramaz.
En iyisi öyle bir ortamda konuşmayacaksın.
Söz gümüşse, sukut altındır, diyeceksin.