Sonu trajediyle biten kimi gülünesi olaylar vardır. Olayın tarafının (Veya taraflarının) mizaha varan tutumuna kahkahayla gülerken, eğer o olay veya tarafının sonu acıyla bitmişse, o kahkaha hüznün sarmalındaki gülümsemeye döner.
Böylesi yaşanmışlıkları, yüz hatlarına ince çizgiler halinde yayılan, aralıksız dudaklarda ve ışıltısı gölgenmiş gözlerde ifadesini bulan gülümsemeyle ve onun derininde, içten bir duygulanımın acısıyla harmanlanmış hüznün sıcaklığıyla karşılarız.
Bizi böylesi yaşanmışlıklara yaklaştıran, hatta olayın tarafı ile duygudaşlık kurduran nedir?
Bunun tek bir yanıtı yok.
Aynı değerleri taşımak, mağdurdan yana olmak, vicdani ve adil bir tutum almak, hatta kimlik aidiyeti taşımak vb. olabilir.
Kimi zaman moda deyimle nostaljik bir duygulanım da yaşıyor olabiliriz. Geçmişe takılıp kalmamak veya geçmişin taşlarıyla kendimize bir duvar örmemek kaydıyla, nostaljinin sağaltıcı bir yanı vardır. Bu anlamda Gabriel G. Marquez’in “Anlatmak için yaşamak” demesini, “Hatırlamak yaşamaktır” diye de okuyabiliriz.
Aşağıda gülümsemenin hüznüyle yâd ettiğim birkaç hatıradan söz edeceğim.
Elbette tarih, anı, biyografi kitaplarına hazan yaprakları gibi dökülmüş ve kâğıda tarihin bin bir renkli ve bir o kadar da karmaşık nice yaşanmışlıkları nakşedilmiştir.
“Oy Cihan Bizum Cihan”
Bu ara başlık, Cihan Alptekin’in ablası Nuran Alptekin Kepenek’in yazdığı kitabın adı. Tayfun Cinemre’den Cihan Alptekin için yapacağım alıntıya çok uygun.
Yıl 1971. Sıkıyönetim günleri. Sürekli aramalar yapılıyor. Arananlar listesinde Cihan’da var.
Cihan Alptekin Florya’da koru için müstakil bir ev kiralıyor.
“Kendisini tüccar Ali Bey olarak tanıtmış, kalp rahatsızlığından dolayı birkaç aylığına hava değişimi için İstanbul’a geldiğini söylemişti ev sahibine. Ev sahibi emekli bir komiser olup o da bitişik evde oturmaktaydı. Gülay Özdeş ve Türkan Sabuncu da aynı evde, biri eşi, diğeri baldızı görünümünde kalmaktaydılar.
“O günlerde Sıkıyönetim Komutanlığı sık sık genel arama yapıyor…
“Bunlardan birinde ev sahibine, ‘nasıl olsa bütün gün evdeyiz. Sen bize katıl bir çilingir sofrası kuralım. Udunu da al gel, hep birlikte çalalım, söyleyelim. Başka türlü geçmek bilmez saatler’ diyerek âleme başlamışlar. Komiser amca gerçekten de usta bir udi imiş meğerse.
“Sazın ve sohbetin en koyu zamanında kapı çalınmış. ‘Ben bakarım’ diye kapıya seğirten komiser amca karşısında polisleri görünce, ‘Destur deyin bakalım. Ben emekli komiser falanca. Ne işiniz var bakayım kapımda’ diye, biraz da içkinin etkisiyle afralanmış. Polisler, karşılarında böyle babalanan birini görünce onlar da ağırdan almış, ‘Biz şöyle bir kimlik kontrolü yapıp gidecektik’ deyince, bu sefer komiser amcamız İsmail Hakkı Bey, ‘Sen kim oluyor da arama yapacaksın? Anarşistleri başka yerde ara’ dedikten sonra, ‘Yooo öyle bırakmam sizi. Siz de bizim saz âlemimize katılacaksınız. Ben öyle kapısına geleni kapıdan çevirecek adama benziyor muyum hiç?’ diyerek, polislerin itirazına rağmen hepsini içeri buyur edip önlerine birer duble rakıyı sürüvermiş… Polisler bir saat kadar oturup kurtlarını döktükten sonra ayrılırken Cihan’ı kucaklayıp geçmiş olsun dileklerini defalarca tekrarlayarak çıkıp gitmişler. Bu komiser amcamız daha sonra Mahkemeye tanık olarak çağrıldığında Cihan’a hala Ali Bey diye hitap ediyor, ‘Hiçbir kötülüğünü görmedim, mert adamdı’ diyerek Cihan’ı aklıyordu.”
Cihan Alptekin 30 Mart 1972 yılında Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde 10 yoldaşı ile birlikte katledildiler.
Ev sahibi emekli komiserin naif, insani ve mahkemede bile dürüst tutumu (12 Mart koşullarında bu çok önemli bir tavırdır) ile Cihan’ın trajik sonu…
Sadun Aren’den
1922 yılında doğup 2008 yılında ölen Sadun Aren, iktisat profesörüdür. TİP üyesiydi ve 1965 seçimlerinde milletvekili oldu. Sadun Hoca cezaevine girdi, devletin zulmünü gördü ve ölünceye kadar siyasi mücadele içinde bulundu.
İktisat ve politik alanda kitaplar yazdı. 2006 yılında anılarını “Puslu Camın Arkasından” adıyla yayınladı.
Sadun Hoca’nın İmge yayınlarından çıkan kitabından üç anısını aktaracağım.
Pis Herif
“Ben ‘İstihdam, Para ve İktisadi Politika’ adlı kitabımı ödev olarak okuturdum. Ve kitap ‘Sevgili öğrencilerime’ diye başlar. Bir gün imtihan oluyor, ben de imtihanda gözetmenim. Bir kızın yanına oturdum. Önünde kitap varmış, aldım kitaba baktım. Benim yazdığım ithafın altında ‘Pis herif, öğrencilerini sevseydin hiç böyle anlaşılması zor bir kitap yazar mıydın?’ yazıyor. Tabi bir şey söylemedim. Böyle şeyler benim üzerimde kötü etki yapmaz.” (81)
Ona Yazık Olur, Devletleştirmeyelim
TÜRK-İŞ TİP’e karşı Çalışanlar Partisi adında bir parti kurma faaliyeti yürütür. Aren’i de bir toplantıya davet etmişler. “Mümtaz Soysal programı hazırlamış, maddeleri okuyor. Bu maddelerden bir tanesi ‘madenler, yer altı zenginlikleri devletleştirilecektir’ şeklindeydi. Bir katılımcı söz aldı ve ‘Benim maden sahibi çok iyi bir arkadaşım var. Ona yazık olur, devletleştirmeyelim’ dedi.” (109)
Tekerlek Demeyin
“Partinin (TİP’in) çok güzel bir amblemi vardı: İşçi sınıfını gösteren bir çark, bir de başak. Bu işçi köylü ittifakını gösteriyordu… Amblemi tanıtırken akılda kalsın diye ‘Bir tekerlek üzerinde bir başak’ diye tanıtıyoruz. Bir gün Çetin Altan telefon etti ve ‘Tekerlek demeyin, burada yanlış anlıyorlar, çark deyin’ dedi.” (120)
İki değerli insanı yâd ettik.
Anılarına saygıyla