Yaşadığım şehir Bursa’da restore edilen 500 yıllık Osmanlı mirası Ördekli Hamamı, artık Bursa’nın önemli bir Kültür Merkezlerinden birisi oldu. Şehrimizin şiir yorumcularından “Sebahattin Abi” yi oğlum ile birlikte ikinci kez izlemeye gittim. Türk şiir tarihine damgasını vurmuş, Atilla İlhan, Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Yunus Emre ile daha nice şair ve ozanların şiirleri, kültür merkezinin gök kubbesinde yankılanarak, aşkların en güzelini, ayrılıkların hüznünü, kavuşmaların sevincini ve yaşamdan ilginç kesitleri, fon müziğinin ahenginde kulaklarımızda name olup, yüreklerimizi serinletti.
İşin kötü tarafı, salonda “Şiir Dinletisi”ne ilgi maalesef azdı. Dışarıdaki açılımı izlemekten, şiirin açılımı, belki de kimsenin umurunda değildi. Yağmur da hızını kesmiyordu… Ekran ardındaki gelişmeler ise insanın içini karartıyordu. Son zamanlarda herkesin ağzından düşmeyen “Açılım” yerini “Kapanış”a bırakmış, barış güvercinleri şiir dizelerine girebilmek için, Kültür Merkezi’nin taş duvarları arasına gizlenivermişti…
Sebahattin Abi, mikrofonik ses tonuyla;
“ Hüzün kokuyor, soğuk odada,
Gecenin karanlığı haykırıyor,
İnsanın içini burkan sessizlikte,
Ölüm döşeğinde gülümsüyor,
Bedenin yok olmuşluğunda,
Yaşamla dalga geçiyor,
Herkese “Elveda” diyen bakışlar,
Ve gözlerden süzülen yorgunluk,
İki damla gözyaşında,
Bir el sallayıp sonsuzluğa,
Geride ne sevdalar kaldı,
Ne keder,
Ne de kahkahalar…” dizeli “Hüzün Kokuyor” adlı şiirimi seslendirdiğinde, Bursa Mustafakemalpaşa’da grizu patlamasında, yerin 200 metre derinliğinde ekmek mücadelesinde can veren 19 işçinin yaşam öyküleri, gözlerimin önünden film şeridi hızında geçerek, gecenin karanlığıyla birlikte gözyaşıma ortak olmuştu…
Biliyordum, bu ülkede milyonlarca çalışanımız, işten çıkarılmamak pahasına asgari ücretin kıskacı altında, zor koşulları kabul ederek orta çağ zihniyeti ile çalıştırılarak, işverenlerin zenginliklerine zenginlik kattıklarını hep söyledik… Sendikalarca hak aranan masanın etrafında genelde hep ücretleri tartıştık. Hiç çalışanların sosyal haklarını ve sağlıklarını ön planda tutmadık…
“Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” diye bir deyim vardır. Hele “Tok, açın halinden anlamaz” derler ya, işte bu tam asgari ücretle geçinme mücadelesi verenler için biçilmiş bir sözdür… Ben iddia ediyorum ki, toplumun belirli büyük bir kesimi, tam anlamıyla beslenemiyor, beslenemeyince de bağışıklık sistemleri iflas ediyor ve ardından da sağlıksız bir toplumun, hastane köşelerinde sürünmesi ise, ilaç firmaları ile son zamanlarda hasta yatak sayılarını çoğaltma yarışında olan hastane patronlarının iştahlarını kabartıyor…
“Domuz gribi” can almaya devam ediyor..
Uzmanlar ne diyor? İyi beslenin…
“Neyle?”
Her halde ücretlilere verilen buçuklu zamlarla değildir!…
“Yiyin beyler, yiyin, aksırıncaya, tıksırıncaya ve çatlayıncaya kadar yiyin! Bu han-ı iştiha sizindir” diyen Tevfik Fikret’in dizeleri kulaklarımı tırmalıyor…
Şiir dinletisi bittiğinde, yüreklerimizin ısındığını, içimde aşk, hüzün, özlem duygularını enjekte ederek salondan çıktığımda, egzotik kafede, oturan iki gencin neylerinden çıkan nağmeleri, kültür merkezinin gök kubbesinde yankılandığında oradan hiç ayrılmak istemedim.
Soğuk geceye kendimizi salıp, dikiz aynasından geriye baktığımda, ne aşklar, ne özlemler, nede hüzünler kalmıştı. Çöp karıştıran bedenler, geniş çuval içine geri dönüşüm malzemelerini atmanın çabası içindeydi… Belki de kim bilir hangi hainlikler yurduma çöreklenip, sevgiden ve aşktan yoksun yüreksizlerin ellerinde karartılacaktı…
Sevgiyle ve dış güçlerin oyunlarına gelmeden uyanık kalın…