Efendimizin hicretiyle başlayan Muharrem’deyiz.
İçinde harikulade olayların yanı sıra; acı, gözyaşı ve kan barındıran Muharrem…
Sevinmeli mi, üzülmeli mi?
Gülmeli mi, ağlamalı mı?
Bu ayda kurtuldu küfrün ablukasından Efendim…
Bu ayda kıydı kansız avcı, Efendim’in ceylan kuzusuna…
O günün cellâdı Hüseyin’i, bugününkiler her gün yeni Hüseyinleri katlediyor!
Hz Fatıma annemizin kuzusu, Hüseyin r.a.’e neden kıymıştı Yezid?
Ne suçu vardı Hüseyin’in, zulme rıza göstermeyerek dilsiz şeytan olmayı reddetmekten başka?
Kerbela’da savaşan Hz Hüseyin r.a. ile Yezid değil, rahmetle şiddetti…
Sonuç: Hüseyin’in payına rahmet, Yezid ve avanesine ebedi gazap…
Dün sadece bir Kerbela vardı, bugün sanki her yer Kerbelâ!
Dün sadece birkaç Yezid vardı, bugün her yer Yezid’lerle dolu!
Dün Muharrem’de akan Hüseyin’in kanıydı bugün her yer kan gölü!
Ne değişti o günden bu güne?
Tarihin tekerrür etmemesi için hangi dersi çıkardık?
Tek işimiz, 1400 yıl öncenin Yezid’ine lanet öyle mi?
Duygusallık, kin ve nefretle neyi çözeceğiz?
Mezhep, cemaat, ırk faşizmi hangi yaramıza merhem oldu?
Biz;
Ne kimileri gibi Hz Ali’ye taparız…
Ne Muaviye’ye söveriz…
Ne Yezid’i överiz…
Ne de Hz Osman’a hakarete tahammül ederiz!
Yoksa hepimiz “Ashabım ümmetim için bir emniyettir.” “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz” Hadis-i Şerifleri’nin muhatapları değil miyiz?
Kim ki “Rasullah’ın tebliğ aynası sahabeleri”nden birine dokunursa, onu gazaptan kurtaracak yoktur…
Biz, Ashab-ı Kiram’ın atının burnundaki toza, değişmeyiz dünyayı…
Üstad Necip Fazıl hâlâ Kerbala ateşini yakanlara ibriklik bir tasvir de bulunuyor: “İslam’da tam kıvam, ilk dört sahabeyle ne kadar belli! Onlar bir fenere benzerler, dört camlı…
Birinde Hz Ebubekir r.a.; şefkat, rahmet, yumuşaklık…
Öbüründe Hz Ömer r.a.; şiddet, disiplin, adalet….
Diğerinde Hz Osman r.a.; edep ve haya…
Ötekinde Hz Ali r.a.; hikmet ve akıl…
İşte insan burada bitiyor.
Resulün kudretine bakın ki; O fenerin içinde yanan nurdur. O nuru kapattığın anda dört renk, dört cam hep birden karanlıktır.”
Ey Yezid’e düşman Hüseyin’e dost olanlar!
Siz ey zulme karşı sesiz kalanlar!
Siz ey kendinden olana zulüm yapma hakkını tanıyanlar!
Kapatın tarihin kanlı sayfalarını…
Yeter içimize akıttığınız kan, gözyaşı ve nefret…
Yeter içimize saldığınız korku ve düşmanlık!
Yok mu tarihimizde övüneceklerimiz?
İyiliklerimiz…
Örnekliliklerimiz…
Yok mu sahi iyi bir miras?
İbn-i Haldun’u
Muhyiddin-i Arâbi’yi
İmam-ı Rabbani’yi
İmam-ı Gazali’yi
Molla Cami’yi
İmam-ı Maverdi’yi
Sıfır rakamının kâfişi Muhammed bin Ahmed’i,
İlk kamerayı bulan İbn-i Heysem’i,
Mikrobu keşfeden Akşemseddin’i,
Astronomi Bilimi’nin kâşifi Ali Kuşçu’yu,
Trigonometri’de tanjant, cotanjant, sekant, kosekant’ı mucidi Ebul-Vefa’yı,
Sazı icad eden Kindi’yi,
Dünyanın döndüğünü ilk kez ispat eden Bîruni’yi,
Avrupa’ya matematiği öğreten Ebu Kamil Şü’ca’yı,
Med-Cezir (Gel-Git) olayını keşfetden Ebu Ma’şer’ı,
yer yüzünün en büyük kâşifi unvanlı trigonometrinin kâşifi Battani’yi,
Kimya biliminin atası Cabir Bin Hayan’ı,
Modern bilgisayarın temellerini atan kişi Cezeri’yi,
Dünyanın ilk zooloji ansiklopedisini yazan Demiri’yi,
Sesin fiziki izahını yapan Farabi’yi,
Cüzzamın sebebini ve tedavisini bundan 900 sene önce bulan İbn Cessar’ı,
Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı başaran İbn Firnas’ı,
bundan 900 sene önce harika bir torna tezgâhı yapan İbn Karaka’yı,
Cebirin temellini atan İbn-i Türk’ü,
İlk dünya haritasını çizeni İdrisi’yi,
Nasıl ki Tıbbın babası İbni Sina’yı,
Fizik kurallarını astronomiye uyarlayan Kadızade Rumi’yi,
Verem mikrobunu R. Koch’tan 150 sene önce keşfeden Kambur Vesim’yi,
Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımı sisteminin tüm ayrıntılarını izah eden İbnün Nefis’i,
Cebir ilmine son şeklini veren Ömer Hayyam’ı,
Anlatsanız!
Yeter!
Hüseyinlerimizi ve ümidimizi öldürmeyin!