Her şey o gün başlamamıştı elbette, fakat aklını ve vicdanını kiraya veren bu ‘kanserli kafa’ yeniydi. Türkiye’yi esir alan yeni düzeni inşa eden bu bedbaht zihniyet, kendilerine rağmen halk içinden çıkan her siyasetçiyi aşağıladı ve yok etmeye çalıştı yüz küsur yıl boyunca.
Kabul etmeliyiz ki, Türkiye 31 Mart’tan bu yana ‘askeri vesayetle’ değil, ‘askeri esaretle’ yaşayan bir ülke.
Abdülhamid Han’a, Vahdeddin Han’a, Menderes’e reva görülenler, Özal’ın ölümüne kadar uzanan olaylar, Erbakan’ın şahsında bu milletin inancına yönelik ‘28 Şubat adlı yeni haçlı seferi’ ve Erdoğan hükümetine yönelik Çankaya ve MGK baskıları…
Bütün bunların hiçbiri, mürekkebi kurumuş hadiseler değil elbet. Evet ‘27 Nisan vesayet girişimi’ Ak Parti hükümetinin basiretli tavrı sayesinde kadük kalsa, haçlı seferlerinin askeri erkinin bir bölümü yargılanıp tutuklansa da, ne süreç bitmişe, ne de istila sona ermişse benziyor.
Özellikle, Taraf gazetesinin 2004 MGK kararını yayınlamasıyla ortaya çıkan tartışmalarda, maşanın işlevselliği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Ancak buradan çıkarılması gereken ders, ‘maşaya odaklanıp, maşayı tutan eli gözardı etmek’ olmamalı.
Çicek’in üslubu herkesçe malum. O bile bu kadar ağır bir tespitte bulunuyor ise, bu zulme maruz kalan diğerleri bugün konuşabilse neler söylerdi acaba? Menderes, Özal, Erbakan ve diğerleri aramıza dönseler neler anlatırlardı, dünyayı elindeki tabletten ibaret sanan nesle!
Türkiye tarihini bugünden ibaret sananlar ile yaşadıklarını unutmayı tercih eden günümüz insanı, bugünkü Mısır’a baksa, acıları bir nebze olsun tahayyül etmesi mümkün olabilir! Fakat bu her zaman mümkün olamıyor.
Her hangi bir faniye aklını koşulsuz kiraya verdiği için ‘akıl tutulması’ yaşayanlar, olup biteni kendi akıl süzgecinden geçiremezler. İttiba ettikleri ekolün tebaası olmak ve onların söz ve hallerini taklit etmek, yeterde artar bile…
Son 100 yıldır yaşadığımız paranoya tam da bu yüzden değil mi?
Batının İslam topraklarına yönelik süre gelen haçlı seferleri, artık içeriden sürdürülen bir hal aldığından, işler daha karmaşık hâle gelmişti…
Lider kadroların toplu kıyımlardan geçirilmeleri nedeniyle, 20-30 yıllık aralarla mücadeleler yavaşlamış gözükse de hiçbir zaman bitmemişti.
Bütün İslam coğrafyasında daha ortaokul aşamasında alınan genç çocukların beyni öyle yıkandı ki, bu çocuklar kendisini doğuran anne ve babanın inancına düşman olarak yetiştirildiğinden müstemleke valisi gibi davrandılar kendi halkına. Neticesinde, kaybedilmiş bir yüzyıl, yok edilmiş birkaç nesil, örselenmiş değerler, kamplara ayrılmış bir toplum. Hangi zaviyeden bakılsa şizofrenik bir durum.
Dev bir dağa dönüşen günah galerilerinin üstünü örtebilmek için, faturanın toplum ve inancına kesilmesi de cabası.
Bu saplantılı, endişeli, poranoid ve şizoid kişilikle ‘mücadele eden’ veya ‘kral çıplak’ diyen herkesi çarmıha geren apoletli yahut sivil militarizmden başka ne beklenebilirdi ki?
Cemil Çiçek’in açıklamaları, bu sürecin belki de en başarısız geçen son 10 yılında yaşananları olsa da, bu bile tahammülü güç bir zulüm. Bunu anlamak için, Çiçek’in açıklamalarının bütününe bakmakta yarar var ama biz birkaç başlığını alıntılamakla yetinelim: “2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesini millet arzu etti, ama kabul etmesi gerekenler kabul etti mi? 2004’te AK Parti adeta ‘denetimli serbestlik’ altında bir iktidar. Yani, ‘bunları kendi haline bırakmayalım‘ diye düşünülüyor.
Keşke son 20 yılın MGK tutanakları açıklansa. Kim ne yapmış, nerede durmuş hepsi ortaya çıkar. Önceki MGK’ları bir hatırlayın… Daha toplantı yapılmadan önce, ‘Hükümet köşeye sıkıştırılacak, şunlar sorulacak‘ diye haberler yazılmıyor muydu? Hükümet sanık, diğerleri jüri üyesi ve siyasiler oraya hesap vermeye gidiyor…
Türkiye’de, siyasetin önemli bir kısmı kayıt dışıdır. Niye Türkiye’de bir dönem her holdingin bir bankası, bir gazetesi, televizyonu oldu. Fikir veya basın özgürlüğü aşkından mı? Yoksa bunların çoğu siyaseti manipüle etmek için mi elde bulunduruldu?
Bizde cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sancılı olmuştur. Halk seçsin dedik, ama yine de bu türlü şeyler yaşanıyor.”