17 Aralık operasyonunun ardından politik sahadaki tüm taşlar yerinden oynadı. Düne kadar kol kola yürüyen, ya da yürüdüğü düşünülenler amansız bir kavgaya tutuştular, kirli çamaşırlar, rüşvet çarkları bu kavgayla iyice ortalığa döküldü. Adli ve emniyet sisteminin keyfiliği, yozlaşması sıradan insanların hiç kafa yormadan anlayacağı kadar görünür hale geldi. Bizzat hükümet, sanki 11 yıldır bu devleti kendisi yönetmiyormuş gibi, bu durumu daha da iyi anlamamız için örnekler verip, devlette paralel yapılanmalara izin verilmeyeceğini beyan ederek karşı saldırıya geçti.
İşte tam bu saldırı sürecinde, “temiz toplum”, sivil ve askeri vesayetten arınmış, demokratik toplumsal siyaset bir kenara itilmeye başlandı. Rüşvete, kire bulanmışların tamamen açığa çıkarılmasının, demokrasi düşmanı güçlerin bir daha siyasi yaşamam dönmemek üzere cezalandırılmasının önünün kapatılmaya çalışılması, kaygı verici bir hal aldı.
İçinde benim de bulunduğum 100 insan, bu gelişmelere dikkat çekmek, kire, rüşvete, demokrasi dışı güçlerle girilecek ittifaklara izin verilmemesi için, “Yetti Artık Yolsuzluğu da Ergenekoncuları da AKlama” başlığı ile bir çağrı yaptı.
Dönemin özelliklerine bire bir uyan, yalın bir çağrıydı.
O kadar yalındı ki, daha dokuz gün önce Hrant’ı on binlerle anarken, “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Hrant’ın katili Ergenekon Çetesi” diyerek hep bir ağızdan haykırmış, Hrant’a söz vermiştik. Ergenekoncular Kafes İddianamesinde, Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant DİNK operasyonları sonrası, Hristiyan vatandaşlara karşı uygulanacak olan saldırıların nasıl icra edileceğini madde madde sıralamıştı. Biliyorduk, takipçisi olmaya sözümüz vardı.
“Komploların” arkasına sığınarak, rüşvetin, kirliliğin topluma kabul ettirilmeye çalışılmasına kimse sessiz kalamazdı, kalmayacaktı. Bunu yeniden, topluca, tüm toplum önünde deklare ettik.
Hükümetin basındaki sözcülerinin pek hoşuna gitmedi, normal. Tersi anormal olurdu.
Toplumsal, politik çalkantılarda ne söyleyeceğini bilememekten mi, gerçeklerin her zaman devrimci bir karaktere sahip olduğunu unutacak kadar o dünyadan uzaklaşmalarından mı, ya da benim hiç akıl edemeyeceğim başka bir nedenden mi bilemiyorum, ama bazı “solcular” da beğenmediler. İmzacılara “kulp takıp” unvanlar bulmaya soyundular.
Bu “solcular” politik ve sosyal süreçlerin aldığı her biçime, her zaman inandırıcı ve yalın önerilerde bulunamayabilirler. O zaman susun bari, susmak da bir erdemdir.
O yüzden her gürültüye kulak kabartmaya lüzum yok.
Barış içim, sivil siyaset için, temiz ve demokratik toplum için yola devam.
Hrant’a söz vereli daha on gün bile olmadı.