Aydınlar ülkelerinin medar-ı iftiharıdır. Sistem tarafından sevilmeseler de halk nezdinde muteberdirler. Bu sebeple aydınların müesses nizamın yanında yer aldıkları görülmemiştir.
Bizde durum oldukça farklı; aydın taklitçi, aydın statüko yanlısı, aydın ideolojik körlüğe sahip. Cumhuriyet dönemi aydınları -istisnaları saymazsak- bir metre önünü aydınlatamadıkları halde kamuoyuna aydın diye takdim edildiler. Kendilerinden menkul bir watt’lık ışığı bulunmayan bu tayfa sistem tarafından “ışıklandırıldı.”.
Rejimler kendi burjuvazisini, kendi medyasını, kendi askerini oluştururlar. Ancak sistemlerine güveni olmayan devletlüler ‘hormonlu aydınlar’ını da oluştururlar ki toplum sistemin mühendisliklerine ve manipülasyonlarına direnemesin.
Bugüne kadar ülkede bir soruna doğru teşhis koy/a/mamaları, buna uygun çözüm arayışlarında bulunmamaları ve dolayısıyla çözüm üret/e/memeleri sebebiyle aydınlar ciddi irtifa kaybına uğradılar. Öyle ki, Kemalizmin palazlandırdığı aydınların dindarların sorunlarına yönelik teşhisleri “irtica” ve buna çözümleri de “antidemokratik baskıcı uygulamalar”la sistemi savunmak olmuştur. Bu savunmalar “Sokrat’ın Savunması” türünden değil; rejimlerinin, ideolojilerinin iktidar da kalmasına yönelikti.
Kürt Sorunu özelinde aydınlarımızın içler acısı durumunu ele aldığımızda, önemli oranda aydının yıllarca sorunu güvenlik ve terör sorunu olarak gördükleri gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Hatta bugün kamuoyunda PKK’ya hizmet ettikleri! öne sürülen pek çok aydının Kürt Sorununu daha önceleri dile getirmekten, Kürtlerin haklarına değinmekten imtina ettiklerini rahatlıkla görebiliriz. Kan gövdeyi götürdükten sonra olayı doğru temele oturtsanız da (bu satırların sahibinin yanında değerli olmakla beraber) artık aydınca bir tavır olmadığını biliyoruz. Zira aydın, sorun içinden çıkılamaz hale gelmeden feraset ve basiretiyle, yani aydın olmanın öngörüsüyle meseleyi dile getiren ve çözümlerini ortaya koyabilendir. Yoksa tarafların çıkardıkları şiddet ve savaştan sonra ister istemez gidişattan etkilenip “aydın/ca duruş” sergilemek zorlaşır. Kürt sorunu bu sebeple içinden çıkılmaz bir hale getirildi.
Bugün HDP’yi destekleyen Doğan ve Paralel Medyanın aydınları! daha yakın tarihlere kadar PKK’lıların donlarına kafalarını sokup PKK’lilerin sünnetli olup olmadıklarını merak ettikleri kadar Kürtlerin haklarını, taleplerini merak konusu edebilselerdi PKK’ye çoktan silah bıraktırmışlardı. Ya da aydınca tavır sergilediklerini iddia edenler özellikle 12 Eylül cuntasına karşı bila kayd-u şart özgürlüklerden yana, Kürtlerle Türklerin adil birlikteliklerinden yana, kardeşlikten yana tutum sergileyebilselerdi aydınca davranmış olurlardı. Bunu yapamayınca gazeteci olunabilir, yazar olunabilir hatta hatta araştırmacı gazeteci ve yazar da olunabilir, ancak aydın olunmaz. İşte bizim açmazımız aydın ile gazeteci-yazar, yazar-akademisyen-analist vs arasındaki kocaman farkı fark etmeden ahkâm kesmelerine meftun olmamızdır.
Bakın çatışmalar yeniden başladı, kınalı kuzular toprağa düştü. Aydın bilinenler hakikaten aydın olsalardı, suçu düşman gördükleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yükleyeceklerine sonuç alıcı tavır takınırlardı.
Eğer aydın aydın olsa bu durumda çağrının da ötesinde bir şeyler yapar ve bugün bile bizden evlatlarımızı alan bu sorunun adilane çözümüne öncülük ederlerdi.
Bunları niye mi istiyorum, söylüyorum? Kıskanıyorum! Eloğlunun aydınlarını kıskanıyorum!
Çünkü bizde -istisnalar hariç- aydın diye ortalıkta dolaşanları biraz kurcalayın gizli Levent Kırca, Bedri Baykam, Cengiz Çandar, Önder Aytaç gibi muharref kişilikleri derhal deşifre oluyor.
Türkiye’nin hormonlu aydınları dine karşı olmayı, dindarı aşağılamayı, taşra insanı ile aynı vatandaşlığı hazmedemeyen garip bir tip, bundan ne beklenir ki?