Taşınmıştım. Onları yalnız bırakmamak için ama, ikili koltukta yatıyordum. Yeni evime sabahları sadece giyinmek için uğruyordum. Hem fotoğraflarını çekiyor hem ihtiyaçlarını zamanında karşılıyordum. İki ev arasında mekik dokurcasına gelmeler gitmeler beni yormuyordu. Severek, aşkla yapıyordum görevimi. Yalnız bir sorun vardı. Balkonu daha çok temizlemem şarttı. Küçük meleklerim çişlerini saksının içine yapıyor, dışkılarını ise saksının kenarından balkona yapıyorlardı. Yattıkları yer temiz kalıyordu onlara göre. Yuvaları iyice yeşermiş, çimlenen tohumlarla cennetten bir köşeye benziyordu. Adile, Vefa da gelip gitmelerinde boş durmuyorlar, balkonun her noktasını keyiflerince dışkılarıyla dolduruyorlardı. Of of! Bir görmeliydin arkadaş! Temizlemesem balkon neye dönerdi? Yeni ev sahibi okuldan arkadaşım, meslektaşımdı. Durumu biliyordu bilmesine de pislik içinde bırakamazdım. Bir an önce uçmayı öğrenmelerini bekliyordum. Evi tertemiz teslim etmeliydim.
Artık büyüdüler! Adile, önce balkondan çatıya uçabilecekleri köşeyi gösterdi. Sonra yavruların; saksıdan balkona, balkondan saksıya kısa kısa uçmalar yapmalarını sağladı. Bir görseydin, ne hoştular! Adile örnek uçmalar yapıyor, sonra da onları bekliyordu. Durmadan resimlerini çekiyordum. Kelimelerle resim çizmek, o uçmaları sana canlı canlı hissettirmek isterdim. Hemşerim Hilmiye gelmişti. Şaşkınlıkla izledi küçük meleklerimi. Balkonu yıkarken bana yer açışlarını gördü. Sevmelerimi duydu. Git dediğimde gittiklerini, gel dediğimde geldiklerini gördü. Başlangıçta arkadaşlarımdan çekiniyorlar, alışınca ise hiç aldırmıyorlardı. Yavrularımız büyürken de öyle değil miydi? Yanlarında biz olduğumuz zamanlar korkusuz olurlar, gerektiğinde bize sığınırlardı.
Daha önce demiştim. Balkonu temizlerken hangi taraf boş ise o tarafa gidiyorlardı. Resimlerini çekerken ise âdeta poz veriyorlardı. Bir an önce uçmayı öğrenmek istedikleri, karşı çatılara kanat çırpmak arzuları belli oluyordu. Bunu ben daha çok istiyordum. Anahtarı teslim edecektim. Onlara bunu anlatıyordum. Beni anlıyorlar mıydı bilmiyordum. Anladıklarını ama, sonradan görecektim.
Derslerim bitince önce yeni evime gidiyordum. Üstümü değiştirip geliyordum. A! Büyük yavru balkonun demirine konmuş! “Bak! Ben uçuyorum!” dercesine müjde veriyordu. Sevindim. Sevdim karşıdan karşıya. Karşı çatıya uçtu. Sonra Adile gibi balkon demirlerinin altından süzülerek kardeşinin yanına geldi. Benim işim vardı. Balkonu yıkamalıydım. Çok pisti. Meleklerim her tarafı doldurmuşlardı dışkılarıyla. Balkonu temizledim. Yıkadım. Kapı çaldı. Açtım; İtalyan komşum. İçeri aldım. Gururla meleklerimi gösterdim. Sohbete daldık. Tam o sırada aşağıda alt komşum belirdi. Ne yaptığımızı sordu. Garip garip bakıyordu. “Eyvah! Ya şikâyet ederse!” dedim. “Korkma! Yok bir şey de!” dedi Donata. Dediğini yaptım. Yaptım da bana sor! Beyaz yalan da olsa kolay değil. Korka korka aşağı kata indim, kapıyı çaldım. Ne kadar iyi bir insan! Beni içeri aldı, balkonunu gösterdi. Rezil olmuştu balkonu yukarıdan akan sularla, pisliklerle. Defalarca özür diledim. “Balkon önemli değil, kapı açık olduğu için mutfağım da berbat oldu.” dedi. Gerçekten öyleydi. Nasıl ve kaç kere özür dilediğimi bilmiyorum. Bitmiştim. Ne yapmalıydım? Küçük meleklerimi atamazdım. Artık yıkamam silerim balkonu dedim. İnsan gibi insanlar da var… Düşüne düşüne eve çıktım. Donata korkularımı görünce; “Üzülme ve korkma. Bu hanım çevre sorunlarıyla ilgili çalışmalar yapıyor. Hayvan dostu.” Bu haberle sevinçten uçacak gibi olsam da döşümdeki korkuyu atamıyordum.
Küçük meleklerimin birbirlerine olan bağlarına, destek verişlerine hayran hayran bakıp kaldığımı anlatmalıyım sana: Adile ve büyük kardeş, küçüğü yalnız bırakmıyorlardı. Görünüşe göre ona nasıl uçacağını, zamanın az kaldığını anlatıyor gibi gelip gidiyorlardı. “Biz insanların hayvanlardan öğrenecekleri sonsuz. Yüce Yaradan, büyük Allah’ım; doğa ile bir bütün olarak yaşamayı nasip et. Hikmetlerini algılamamızda yollarımızı aydınlat.” diyor, hıçkırıklara boğuluyordum. Diğer taraftan ayrılık günü kapıyı çalmıştı. İçimde buruk bir acı vardı. Onlara veda edecektim. Bir yandan üzülüyor, bir yandan da, “Ey benim canlarım! Bir an önce uçun, gözüm arkada kalmasın.” demekten geri kalmıyordum.
Bakışlarında bilgelik vardı. Öğretmen arkadaşımdan duymuştum. Güvercinlerin cennetten geldiği söylenir diye. Nasıl da uygundular bu söze! Cennetten gelmeseler bile cennete gidecekleri kesin görünüyordu. Her Allah’ın günü sokakları temizliyorlar, yere dökülmüş ekmek kırıntılarını, taneleri topluyorlar. Onlar gitmeyecek de ben mi cennete gideceğim? Gözlerimizi açmaya, hikmetleri anlamaya, çeşitli görünüş ve yaratılışlarda melekler gönderen yüce Allah’a sonsuz şükürler ediyordum.
Ertesi gün balkonu az suyla yıkadım. Suların alttaki balkona akmaması şarttı. Küçük meleklerim bana yardımcı oluyorlardı. Nereye gidersem orayı boş bırakıyorlardı. Bir ara büyüğü uçtu, karşı çatıya kondu. İçimde huzursuzluk vardı. Aceleciydim. Alttaki hanım şikâyet edecek korkusu yaşıyordum. Küçük meleğime birazcık çıkıştım: “Artık sen de uç! Bak! ben zor durumdayım. Sen de uç ki, yuvayı atayım, burayı temizleyip evi yeni sahibine teslim edeyim.” Küçük meleğimin duruşunu görmeliydin. Yan yan bakıyordu üzüm karası gözleriyle. Ağzı var, dili yok cinsinden. İçimi parçaladı bakışları. “Her şeyi anlıyorum, ama elimden ne gelir?” dercesine dertliydi. Bana kırıldığını ertesi günü anlayacaktım. Bunu anladığımda yüreğimin içinden göğsümü kaplayan acıyla kavruldum… Biraz sert mi davranmıştım ne? O anı unutamıyorum. Hatırlar hatırlamaz cız! göğsümün ortası yanıyor. Anlatamadığım bir pişmanlık yaşıyorum. Yavrularımızla olan ilişkilerimize benziyor. Onlar için en doğrusunu yapalım derken, en kötü durumlara sokuluveriyor, haksız yere sorgulanıyoruz. Dönüşü olmayan pişmanlıkları yaşıyor, yaşatılıyoruz. Ne dersin?
Son gün olacağını nereden bilirdim? Eve geldim, balkon kapısını açmadan, camdan baktım. Küçük meleklerim balkonun köşesinde, uçabilecekleri boşlukta duruyorlar. Kafa kafaya vermiş konuşuyorlardı. Ceketimi çıkardım, resim çekmeye geldim. Yoklar! Uçup gitmişler. İşte o dakikaları anlatamam. Benden kaçmışlardı. Karşı çatıya baktım. Üç güvercin. Biri Adile. Sesledim. Çağırdım. Gelen yok. Anladım küsmüşlerdi. Bunu son nefesime kadar unutamam. Yalvardım, yakardım. Beni yanlış anladıklarını saydım döktüm. Yine gelen yok. Uzun süre ağladım. Bir Almanca bir Türkçe aklıma ne gelirse saydım döktüm. Çok bitkindim. Gelmelerini istiyordum. Onlardan böyle ayrılamazdım. Beni anlamalarını istiyordum. Nice diller döktüm, sayısız özürler diledim. Konu komşu nasıl değerlendirdiler bilmiyorum. Umurumda değildi. Küs ayrılamazdım. Deli tavuğa dönmüştüm.
Buna inanmakta zorlanacaksın biliyorum. Bu hikâyeyi okuyan güzel arkadaşım, okudukların ne rüya ne masal. Sadece yaşadığım gerçek yaşamın kesitlerinden biri. Ne oldu biliyor musun? Geldiler! “Allah’ım sen ne büyüksün! Meleklerimi bana geri getirdin.” diyerek şükrettim. Önce yakın çatıya geldiler. Bana bakıyorlardı. Sesimi, yalvarmalarımı dinliyorlardı. Şu satırları yazarken bile hıçkırıklara boğuluyorum can. Sonunda anladılar; önce Adile, arkadan iki meleğim balkon demirlerinin altından süzülerek çıkıverdiler karşıma. Nasıl sevindim, nasıl coşkuyla ağladım hayal bile edemezsin sanırım. Resimlerini çektim. Sevdim üçünü sevda şarkıları söylercesine. Adile’ye teşekkür ettim bana bu güzelliği yaşattığı için. Onlar mutluydu. Aralarında konuşuyor, bana kuş üzümü benzeri gözleriyle bakıyorlardı. Gelmişlerdi ve beni bağışlamışlardı. Küslük bitmişti.
Yemlerini yedikten sonra karşı çatıya uçtular. Hemen saksıyı aşağıya çöp bidonuna attım, geri geldim. Balkonu son kez temizledim. Bütün yemleri balkona döktüm. Sonra meleklerime seslendim. “Gelin! Haydi küçük meleklerim! Adile! Bebeklerim! Vefa! Haydi!” Gelin gibi süzülüp geldiler. Tık! Tık! yemlerini yediler. Oraya buraya koşuştular balkonun içinde. Sevinçliydiler. Ben ise hâlâ buruktum. Onları bırakıp gidecektim. Yavrularımdan ayrılırcasına acı çekiyordum. Ama mecburdum.
Yavru güvercinlerim, küçük meleklerim, yuvadan uçtular. Onların yokluğuna nasıl alışacaktım bilmiyordum. Zamanla unuturum diyordum. Hiç de öyle değilmiş. O yüce Yaradan’ın hediyelerini unutmak mümkün değilmiş meğer. Gözümden gönlümden çıkaramadım. Şu an neredeler? Yaşam böyle ama. Her can bu âlemde üzerine düşen görevini yerine getirmekle sorumlu. Aradan aylar geçmesine rağmen bugün gibi hatırlıyorum. Onlardan çok şey öğrendim. Sinyaller aldım mutlu olmak, hikmetleri anlamak adına. Önemli olan, “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmek” değil mi? Başını yastığa koyduğunda; uyumak kuşlar kadar hafif, uyanmak şükrederek aydınlık sabahlara…
Tuhaf bir duygu! İzahı güç… Bu küçük meleklerim var ya bana çocuklarımın kokusunu getirdiler. Onlardan ayrı yaşama gücünü verdiler. Yaşama tutunmamda hikmetlerin kapılarını açtılar.
Şu an içim titriyor! Küçük meleklerime olan özlemimi iliklerimde hissediyorum. Kim bilir hangi çatıda, hangi balkonun köşesindeler? İnşallah sığınacak köşe, yuva kuracak eş bulmuşlardır.
Ne yaparsak yapalım onlar tabiata ait ve ömürleri bizden az. Yaptığımız güzel işler ile avunacağız unutmadan da.