Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana her bakımdan ideal bir demokrasi hayali içinde yaşayıp durduk. 1923’ten itibaren kaç nesil geçti. Ama hiç biri de bu ülkede tam demokrasiyi göremeden terk-i diyar ettiler.
Korkarım benim de içinde bulunduğum kuşak dâhil, tam teşekküllü demokrasiyi göremeden bu dünyadan göçüp gidecek.
İşin daha da kötüsü ülkemize demokrasi ne zaman gelecek; kimse bilmiyor.
Ama kürsülere çıktığımızda, “aydınım” edasıyla ağzımızı açtığımızda, şöyle kelli-felli bir köşe yazdığımızda o özlenen kelimeyi dilimizden düşürmüyoruz.
Özlenen bir şey olduğu için de belli ki; iyi prim yapıyor.
Ama o kadar… Bunun daha ilerisi yok.
Bulunduğumuz konum itibariyle ve uyguladığımız rejim gereği iki şey yapmak istiyoruz aslında…
Mensubu olduğumuz doğu kültürünün çimento özelliğinden yararlanmak bunlardan biri… Diğeriyse batıda uygulanan ve bizim de yıllardır imrenerek izlediğimiz batı demokrasisi…
Bunun nasıl başarılacağı konusunda elbette bir uzmanlığım yok. Bildiğim tek bir şey var. O da Türkiye’nin buna hakkı olduğu…
Zira İslam coğrafyasına baktığınızda “demokrasi” tercihi yapmış bir başka ülke bulamazsınız.
Dolayısıyla yapılan tercih doğrudur. Ama izlenen yol, yol değildir.
Çünkü yaklaşık 87 yıldır detaylarla boğuştuğumuz için demokrasiyi düşünmeye ve onu uygulamaya fırsat bulamadık.
Onun ne olduğunu biliyoruz ama onu yaşayamıyoruz.
Bu gidişle de yaşayamayacağız.
Daha da ileri giderek şunu söyleyebilmek mümkün… Aslında biz Kurtuluş Mücadelesi’ni kemale erdirememiş bir milletiz.
Cumhuriyetin kazanımlarından söz ediyoruz. Doğrudur. Bu anlamda kazanımlarımız olmuştur.
İyi ama demokrasinin kazanımları nerede?
Ondan haber yok. Çünkü demokrasinin kendisi yok. Önce kendisi olacak ki; sonra kazanımları olabilsin.
Farkında mıyız bilmiyorum ama biz sadece “demokrasi oyunu” oynuyoruz. Eğer demokrasi adına bir kazanımdan söz edilecekse elimizde sadece bu var.
Önümüze sandıklar konuluyor. Büyük bir heyecan ve umutla sandığa gidiyoruz. Görüş ve düşüncelerini kendimize yakın bulduğumuz her hangi bir partiye oyumuzu verip geri dönüyoruz.
Elbette istediğimiz partiye, siyasi görüşe oyumuzu kullanabiliriz.
Ama bunun anlamı “demokrasi” demek değildir.
Olmadığı için de bir “oyun” olarak kalmaya mahkûmdur.
Türkiye şunu günlerce ara vermeden tartışmalıdır: Milletvekilleri gerçekten “milletin vekilleri” midir? Milletvekili aday listelerini kimler veya kim düzenliyor? Sahiden onları biz mi seçiyoruz? Yoksa seçmek zorunda mı bırakılıyoruz? Türkiye’nin her yerinden Ankara’ya giden milletvekilleri için öncelik, kendisine oy verenler midir, yoksa mensubu olduğu partinin genel başkanı mıdır?
Bu konuyu; tuttuğumuz bir partiyi kenara çekip, diğerlerini kıyasıya eleştiri bombardımanına tutarak çözemeyiz. Maalesef parti içi demokrasi sorunu istisnasız her partide vardır.
Dolayısıyla bu konuyu, partiler üstü tartışmak ve bir çözüme kavuşturmak zorundayız.
Bunun dışında seçim barajı, feodal yapı, birey olamayan kitleler, demokrasinin bir an önce gelmesini geciktiren diğer unsurlardır.
Devletin veya hükümetin bireyi tanımadığı, güvenmediği, hakkını koruyamadığı; bireyin de otoriteye karşı kaygılar taşıdığı bir düzende demokrasinin gelmesini bekleyemezsiniz.
Demek ki; önümüze konan her sandıkta, ülkemizde demokrasi olduğu yanılgısına düşmeyeceğiz.
Ve bu oyunu daha uzun yıllar oynamaya devam edeceğiz.