“Hayal” ve “hazır” sözcükleri arasında tesadüfi olmayan bir bağ olduğunu düşünüyorum. Hayat gerçekten hazır olduğumuzda mı sunuyor bize hayal ettiklerimizi? Yoksa hayallerimiz gerçekleştiğinde mi gerçek anlamda hazır hissediyoruz? Ömrümüz boyunca kaç kez hayallerimize hazırlanıyoruz? Tamam oldu bu kez diyoruz ya da hazır hissettiğimizi sanıp çuvallıyoruz. Yahut birilerini memnun etmek için kendi hayalimizmiş gibi rol yapıp bir şekilde içselleştirerek kendi kendimizi komuta ediyor, hazır ola geçiyoruz?
“Hazır” sözcüğünün etimolojisini incelediğimde beni pek de şaşırtmayan bir gerçeği öğreniyorum: “huzur” ile aynı kökten gelişi. Düşünüyorum; beklediğimiz, beklemediğimiz, istediğimiz, istemediğimiz hangi durum olursa olsun aslında “hazır” olma eşiğini geçtiğimizde “huzur”a eriyoruz. Özlediği dostları için muntazam bir sofra hazırlayan bir kadının zilin çalmasını beklediği o an, tezkeresini alıp eve dönüş yoluna geçen gencin vagonun penceresinden vadiyi izlerken hayata hazırlandığı dakikalar, ertesi gün ilkokul birinci sınıfa başlayacak olan bir öğrencinin çantasını hazırlarken hissettiği kalp çarpıntısı… Hepsinde hayal ettikleri ana ramak kala olmanın yarattığı huzur hali mevcut, bir tutam heyecanla birlikte. Öyleyse hazır hissetmek huzurun arifesi gibi.
Peki ya beklemediklerimiz, hayalini hiç kurmadıklarımız? Hatta bir gün, bir şekilde oluvermesinden ölesiye korktuklarımız, kabuslarımız? Misal hazır olmadığı bir sınavdan hemen önceki gün karnına ağrılar saplanan bir çocuk, görmeye tahammül bile edemediği insanlarla aynı sofraya oturmak zorunda kalan bir adamın midesine giren kramplar, hayat serüveninden istediğini alamayıp başka bir aleme geçmeye hazır olmayan ihtiyarların ömrünün son demlerinde pişmanlık ve vicdan azabıyla huysuzlanması… Hepsi hazır hissetmemekten doğan huzursuzluk halleri değil midir? Halbuki hazır olsak da olmasak da yaşamın basit bir kanunu var: “Olacak olan olur.” Bunun farkında vardığımız anda gerçekleşmesini istemediğimiz, bizi korkutan ne varsa “hazır” hissetmeye başlarız ve o dakikadan sonra teslimiyet hali gelir. İnancınıza göre teslim olursunuz: Yaradan’a, evrene, doğaya, akışa, çekim yasasına ya da sadece kendinize… Ve bu kabulleniş size “huzur”un anahtarını sunar.
“Sahiden” hazır olmanın huzurun kapısını araladığını öğrendiğime göre çıkış noktam olan “hayal” kavramına dönebilirim, sanıyorum. “Hayal” sözcüğü de “hazır” kelimesinin kökeni gibi çağrışımsal anlamlara sahip. Arapça’dan dilimize yerleşen “hayal” iki farklı anlam ile ifade ediliyor. Bunlardan ilki: “zihinsel görüntü”. Bir gün ulaşacağımızı hissettiğimiz hayallerimizi zihnimizde tasavvur ederek kendimizi, gerçekleştiği o efsunlu ana “hazır”lıyoruz. Her bir zihinsel görüntü kendi yazdığımız ve yönettiğimiz oyunlar gibi. Bazen başrole kendimizi koyuyoruz, bazen kendi düşümüzde sessiz bir figüran oluyoruz bilinçli ya da bilinçsiz. “Hayal”imizi canlı kanlı yaşamak için zihin sahnemizde sayısız prova ediyoruz, tek bir emelimiz var: Prömiyere “hazır” olmak.
“Hayal”i tanımlayan diğer ifade ise “gövdeden ayrılan ruh”. Beni fazlasıyla etkileyen bu sözün üzerine uzunca düşündüm. “Ruhun gövdeden ayrılması” ile anlatılmak istenen ne olabilir? Ölüm mü? Hayal kurmak bir nevi ölüm hali midir? “Tarih hayalleri uğruna ölen insanların destanlarını yazar.” Herhalde bu olmalı, diyorum içimden. Ama ikna edemiyorum kendimi bile. Daha derin bir anlam arıyorum ve çekip çıkarıyorum düşüncemin kuyularından: Burada bahsi geçen “ayrılış” hayal kurduğumuz zamanın ifadesi kanımca. Başımızı yastığa koyup “hayal” kurmaktan uykusuz kaldığımız gençlik yıllarını hatırlayalım. Düşlerimizin denizine balıklama daldığımız o anlarda suyun serinliğini, dalganın şiddetini hatta balıkların ayaklarımıza değdiği andaki kayganlığı; hepsini bütün hücrelerimizde gerçekten olmuş gibi hissederiz. Hayal kurduğumuz bu anlarda bedenimizin ruhtan ayrılarak boyut değiştirdiğini ve aynı zamansal düzlemde ya da sarmalda var olan diğer bedenimizde can bularak gerçek olduğunu düşünüyorum. Bu gerçek olma, var olduğumuz boyutta hala düşünsel frekanstayken belki ruhumuzun seyahat ettiği diğer boyutta gerçekliğe ulaşıyor. Bize gerçekmiş gibi hissettiren de bu oluyor. Ve tüm bu düşsel yolculuklar bizi olmak istediğimiz halimize, varmak istediğimiz nihayete “hazır”lıyor.
Ömrümüzün yüzlerce belki binlerce saatini “hayal” kurarak geçiriyoruz. Uyurken, uyanıkken, her sabah binmek zorunda olduğumuz o tıklım tıkış otobüste sevdiğimiz doksanlar şarkılarını dinlerken, bir pazar kahvaltısı sonrası Boğaz’a karşı kahvemizi yudumlarken ya da tek başına çıkmayı adet edindiğimiz sahil yürüyüşlerinde. Zihnimizde başa sarıp sarıp tasarlıyoruz. Bir yerlerde, bir zamanda gerçek olmasını düşlüyoruz. Adım adım “hazır”lıyoruz kendimizi böylece. En nihayet gerçekten “hazır” olduğumuzda –biz her zaman farkında olamasak da- birden “oluyor”. Ve “huzur”un ihtişamlı kapısından içeri giriyoruz… Yeni “hayal”lere kadar yuvamız burası.
******
Sevgili Okuyucular,
Bugünden itibaren yazarportal.com’da sizlerle buluşacak olmanın tatlı heyecanı içindeyim. Bilmenizi isterim ki;
Anlatmak için değil anlamak için yazıyorum.
Anlaşılmak için değil anlaşmak için yaşıyorum.
Bundan sonraki yazım “Analık” adlı öyküm olacak. Okuduğunuz anda çocukluğunuzdan bir an gelirse hatırınıza ne mutlu bana.
Sevgiyle kalın.
Tuğba hanım, ne güzel bir akış ve final…Yazınızla şahane bir dalış yaptınız yüreğimize. Hoş geldiniz! Anlamak ve anlaşmak için sabırsızlanıyorum. sevgilerimle…
Tuğba Hocam;
Türkiye Yazar Portali Köşe Yazarları arasına hoş geldiniz. Akıcı ve derin yorumlarınızı bizler ve okurlarınız okumaktan keyif alacaklar.
Nice aydınlık yarınlarla….
İlknur Hanım, güzel eleştirileriniz ve sıcak merhabanız benim için çok kıymetli. Teşekkür ederim.
Sayın Ahmet Hocam,
Güzel bir yolculuğa çıkmanın heyecanı içindeyim.
Değerli görüşleriniz ve yol göstericiliğiniz için çok teşekkür ederim.
Aramıza hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz Tuğba hanım. Bizlerle olduğunuz için mutluyuz ve tadında yazılarınızı okumaya HAZIRIZ. Siz de HAZIRSANIZ…
Merhaba Ayşe Naz Hanım, çok teşekkür ederim. Ev sahipliğiniz ve samimiyetiniz için… Sizlerden öğreneceğim çok şey olacak. Sevgiler.