Kiraz ağacı çevreye hâkim olan tepede köyü temsil ediyordu. Tepe köyün hayrat arazisi olduğundan orada büyüyen kiraz ağacına da “hayrat kiraz” adı verilmişti. Ağacın geçmişi ile ilgili çeşitli hikâyeler anlatılırdı.
Köyün yaşlıları:
Hayrat kiraz seferberlikten önce de tepede tüm ihtişamıyla mevcuttu. Çiçek açtığında ve meyve verdiğinde görülmeye değerdi. Alt tarafındaki suyun şifalı olmasının da kirazdan ileri geldiği söylentisi vardı.
Ağacın gövdesi o kadar kalındı ki, üç kişi ancak kucaklayabiliyordu. Heybetli duruşuyla tepeyi kaplıyordu. Yapraklarıyla yeşilin, çiçekleriyle, renklerin ve meyvesiyle de tatların en güzelini köylülere ikram ediyordu. Çiçek ve meyvesinin peşinden koşan bal arılarının ses armonisi ziyaretçilerine güzel bir müzik ziyafeti sunuyordu.
Her yıl meyve ile yüklenen hayrat kiraz, sulu ve tatlı meyvesiyle,”bir gemi yükler,” sözünü doğruluyordu. Özellikle meyvesi olgunlaştıktan sonra tepenin ziyaretçisi eksik olmazdı. Kasaba ve köyde yılın ilk kirazını yemek için hayrat tepeye çıkmak gelenek haline gelmiş, bu gelenek artan ilgiyle yaşanılır olmuştu. Hatta çevrede “ilk kiraz yeme festivali” olarak da şenlik yapılmaya başlanmıştı. Şenlik kutlama hazırlıkları başladıktan sonra hayrat tepenin kiraz ağacı ve suyu koruma altına alınmıştı. Ayrıca çevrede yeni düzenlemeler geliştirilmişti. Bunlar arasında yürüyüş yolları yapılmış, yol kenarları ağaçlandırılmıştı. Tepedeki düzlük park haline getirilmiş ve çevresi oyun alanı şeklinde düzenlenmişti.
Böylece koruma altına alınan tepe, piknik yapmak isteyenlerin ilgi odağı olmuştu. İlk kiraz yeme şenliğinden sonra, kirazın çevresinden insan eksik olmuyordu. Hafta sonları kirazın çevresi insanlarla dolup taşıyordu. Sanki çevre kasabalar tepeye göç ediyordu. Genelde çocuklar oyun alanını, büyükler ise şifalı su ve parkı mesken tutuyordu.
Ağacın çiçek açmış ve meyve vermiş görüntüsünü seyretmek büyük bir zevkti. İnsanın o büyük tarihi eserlerin karşısındaki duygusu burada da aynen yaşanıyordu. O heybetli ağaca tırmanmak, taş ve sopa atmak yasaktı. Meyve için ağaca, ancak görevlilerden bekçi ve bekçinin oğlu çıkabilirdi. Toplanan meyve ziyaretçilere dağıtılır, böylece herkesin meyveyi tatması sağlanırdı. Bu kurala ziyaret için gelen insanlar uymak zorundaydı. Uyması da gerekiyordu. Çünkü ağacın gövdesindeki kovuğun genişlemesi, rüzgârda dalların bazen kırılması, hayrat kiraz için zor günlerin kapıda olduğunu bildirgesiydi. Ayrıca çıkılmaması gerektiğine de bir uyarı niteliğindeydi.
O gün hava açıktı. Güneş sıcaklığını yeşillikler üzerine göndermişti. Kuşluk vakti geçmek üzereydi. Tepeden gelen sesler, festivalde olduğu gibi şarkı ve türkü nağmeleriydi. Fakat sesler o derece yüksekti ki, sahile doğru yankılanıyordu. Tepedeki seslerin bu kadar çok gürültülü olmasını kabullenemedik. Yoldan aşağı gelen teyzeyi gördük. Teyzeye, tepeden gelen sesleri sorduk. Teyze sırtındaki sepeti bırakmadan, hafifçe doğruldu ve soluklandı. Okul çocukları kiraza çıkmışlar. Bekçinin yokluğunu fırsat bilip dallarda sincap gibi dolaşıyorlar. “Dikkat edin, dal uçlarına gitmeyin” diye bağırdım sa da kimin umurunda, “dinlemediler,” dedi.
Nine
Kiraz zamanı böyle güzel bir günde şenlik olur, diyerek cevap verdik.
“Yavrularım şenlik olması doğru; fakat şenlik yerde olmalı, dallarda değil.” Dedi. Böylece olayın ciddiyetine dikkat çekti. Nine konuşmasının sonunda “Dallar zaten meyve ile yüklüydü. Dolayısıyla kırılma riski fazla. Allah korusun düşerler. Kalın sağlıcakla.” Dediği sırada tepede bağrışma koptu.
Nine, “Koşun çocuklar düşmüş olabilir,” dedi.
Hayrat tepeden gelen ağlama sesleri yamaçlarda yankılanarak kayboldu. Öyle büyük bir uğultu koptu ki, “Sis” gibi çevreyi sardı. Kardeşimle birlikte tek solukta tepeye çıktık Tepeyi ve ağacın etrafını saran çocuklar bağrışıyorlardı. Çocukların bir kısmı dallardan inmeye çalışırken, diğerleri ağlayarak ağaca doğru koşuyorlardı. Bir anda ağacın etrafı arı kovanı gibi vızıldamaya başladı. Çocuklardan biri yanımıza koştu. “Muhtarın oğlu ağaçtan düştü. En tepeye çıkmış sallanıyordu. Ne olduysa fark edemedik. Bir gürültüyle ağacın ortasına dikildi, öylece kayboldu. Bir daha sesini işitmedik. Ağacın gövdesi Ahmet’i yutmuştu. Çocuğun gözyaşları sel olmuştu. Kardeşim; Nereden geldiniz, diye sordu. Çocuk önüne baktı, “Okuldan kaçtık,” dedi. Bir süre suskun kaldı. Sonra “Ahmet bizi ayarttı,” dedi.
Tepeye koşuşma başladı. Ağacın gövdesinden bir inilti duyuldu diye herkes ağacın gövdesini sardı. Bir kısmı kulağını ağaca dayamış dinliyordu. Biraz sonra muhtar geldi. Üzgün olduğu belliydi. Önce ağacın etrafından çocukları uzaklaştırdılar. Şehre haber iletildi. Muhtar,” İnşallah Allah O’nu bize bağışlar, “dedi. Çocuklara döndü, sessiz olmalarını istedi. “Arkadaşınızı kurtaracağız, sakin olun,”derken kendini tutamadı.
Bekçiyle oğlu koşarak geldi. Suçluluk duygusu hareketlerine yansımış, anormal davranışları vardı. Muhtar, bekçinin oğlunu kuyudan su çekmeye yarayan çengeli alması için eve gönderdi. Çengel sayesinde oğlunu çıkarmayı deneyecekti. Çengel geldiğinde herkesi buruk bir sevinç kapladı.
Çocuğun çıkarılabilmesi için ağaca iki taraftan merdiven yaslandı. Yalnız kovuktan hiçbir ses gelmiyordu. Bu durumda Ahmet’in hayat çizgisi belirsizliğini koruyordu. Bekçi büyük bir gayretle çengeli aşağı uzatıyor ve çekiyordu. Çengelin her çekilişinde elbise parçaları geliyordu. Çengelin işe yaramadığı belli olmuştu. Çocuğun kurtarılması için tek çare ağacın kesilmesiydi. Bu sırada ağacın dibindekiler, “Bir inleme duyduk.” Diye bağırınca yeniden bir ümit doğdu. Fakat çengel işe yaramadığı açıktı.
Muhtarın ağacın kesilerek çocuğun kurtarılmasına karar vermesi çocukların sevinmesine neden oldu. Ağacın çevresi boşaltıldı. Polis ağaca kimseyi yaklaştırmadı. Bu arada bekçi, motoru getirdi. Motor gürültüsü herkesin içini hüzünle kaplanmasına neden oldu. Kimseden ses çıkmıyordu. Hayret tepe ilk defa bu kadar kalabalıktı. Motor çalıştıkça hemen herkes ürperiyordu. Çocukların davranışları üzüntüyü bir kat daha artırıyordu.
Ağaca yönelen meraklı bakışlarda gittikçe ümitsizlik etken olmaya başlamıştı. Bazen gövdeye bazen de dalların sallanmasına dikkat ediliyordu. Ağaçta yapraktan çok meyve görülüyordu. Özelikle dal uçlarında üzüm salkımı gibiydi. Motorun titreşimini algılayan uçlardaki kiraz salkımları, içimize yeni ümitler yansıtıyordu.
Esintiyle başlayan heyecan, bir ümitle bekleyenlerin üzerinde fırtına etkisi yaptı. Artık ağaca motor işlemiyordu. Fakat çalışmaya ara verilmedi. Bu defa kol hızarı ile ağacın kesilmesi denendi, zorda olsa bir süre kesilmeye devam edildi. Baltalar devreye girdi. Kesilen yerler açıldı. Böylece motorun çalışması sağlandı. Bu kadar kalın gövdeli bir ağacın içi kovuk olmasa kesilmesi mümkün olamazdı.
Motorun ikinci defa devreye girmesiyle tepede hareketlik arttı. Çocukların büyükleri ve yakınları tepeye akın etti. Onları ancak görevliler durdurabildi. Ağacın yanına kimse yaklaştırılmıyordu. O koca ağaç dalgaya tutulmuş gemi gibi sağa ve sola yattıkça heyecan doruğa çıkıyordu. Ağaç daha çok sallandığı atılan iplerle düşürülmeye çalışılacaktı. İplere asılarak ağacın salıntısının artmasına çalışılıyordu.
Ağaç sallanmaya devam ederken motorun dişleri de elbise parçalarını dışarı atmaya başladı. Ağacın dibindekiler, elbise parçalarını gençlere göstermeme telaşına düşseler de görenlerin biraz daha moralleri bozuldu. Her tarafa koşturan kardeşim, “Hiçbir ümit kalmadı,” dedi.
Hayrat kiraz arenada kılıç yiyen boğalar gibi bir türlü yıkılmayıp, ayakta kalmaya direniyordu. Fakat o tepeye hâkim olan ağaç, her an büyük bir gürültüyle yıkılabilirdi. Heyecan, korku ve küçük de olsa buruk bir sevinç birlikte yaşanıyordu. Herkes kümelenmiş bekliyordu. Bekçi iplere asılın diyerek son bir hamle daha yapılmasını istedi. Kendisi de motoru ağacın salındığı tarafın aksi yanına taktı. Ağacın salıntısı arttı. Bir salıntıdan sonra çatırdadı. Artık ağaç düşme eğilimine girmişti. Koca kiraz hâlâ ayak diretiyordu.
Ahmet’ten gelecek en küçük bir inilti, tepeyi, asırlık kirazı ve şifalı suyu sevince boğmaya yetecekti. Soluklar tutulmuş, heyecan doruk noktasında ağacın çadır daması ile çocuğun kurtulması bekleniyordu. Bu beklenme olumlu olsaydı, tepede alkış sesi kopacaktı.
Gözler ağacın gövde ve dallarından uçlarına kadar geziniyordu. Sinirler iyice gerilmişti. Korkulu bekleyiş sevinç gözyaşlarına dönüşebilirdi. Ağacın her salınım da yürekler hopluyordu. Dikkatler ağacın yıkılmasıyla oluşacak boşluğa odaklanmıştı.
Ağaç salındığı tarafa eğilmiş, fakat doğrulamıyordu. Belli ki, direncini yitirmiş can damarı kesilmişti. Artık o muhteşem ağacın sonu gelmişti.
İpleri çekenlere birkaç kişi daha eklenince beklenen an geldi. Ağaç çatırdama sesini yükseltti. Korkunç bir gürültü çıkartarak, önce dalları sonra gövdesi toprakla kucaklaştı.
Anlatılması güç bir olayın gizemli atmosferiyle sarsılan insanlar, toprağa kavuşan ağacın yanına gitmek istedilerse de görevliler kimseyi bırakmadı. Ağacın kovuğuna düşen Ahmet’in cansız bedeni ancak dışarı çıkarılabildi.
Hayrat kiraz ve çocuk yaşamıyordu.
Hayrat tepe sessiz ve yalnızdı…