1/2
Memleketimden İnsan Manzaraları 498
“HAYIR, OLMAZ!”
DEDİ; BİR ALMAN EĞİTİMCİ
Okumayan insan, hayata dar bir pencereden bakar.
Ve tüm olayları o kıt bilgisiyle yorumlar.
SOKRATES
Evimin kapısında onca konuk beklerken, içeride çay kahve içerek vakit geçirmem yakışır mı bana? Bırakın birçok konuğu, tek kişi bile olsa yapamam; öyle bir saygısızlık. Böyle düşündüğüm için açıyorum; sonuna kadar kapımı.
İlk konuğum 1961-1964 yıllarında Dicle İlköğretmen Okulunda gündüzlü okuyan kardeşlerimizle birlikte üç yıl aynı lojmanda, aynı odayı paylaştığım Elbistanlı fen dersleri öğretmeni dostum Fevzi Gökçek… O alıyor ilk sözü:
“Tüm sorunlarımızın, liyakatli insanları iş başına getirmekle çözüleceğine inanıyorum. Bunu bir başarırsak, kendiliğinden çözülür; yıllardır bizi üzen öteki tüm sorunlar.”
Süre kısıtlaması yoktu ama 60 yıl öncesi gibi yine az ve öz konuştu; değerli arkadaşım.
İkinci konuğum Keşan’dan… Eğitimci yazar meslektaşım Mehmet Uslu ne diyor; dinleyelim:
“Haftalık söyleşinizde yer alan yorumlardan birine yorum yapma gereği duydum:
Dicle mezunu Necmettin Çivilibal, 1958’de 40 kişilik sınıfın 1964’te yalnızca 18 mezun verdini yazmış. Belki bazıları sınıf tekrarı yaparken, bazıları da okuldan kovulmuş. O yıllarda sınıf geçmek zordu. (….) O dönemin başarılı olanları bir baltaya sap oluyordu. Bugün sıfır puanla üniversiteye girenler, diplomalı işsizler olarak dolaşıyor sokaklarda. Öğretmen yetiştiren kurumları çağdaşlaştıramazsak, hiçbir sorun çözülmez bence.”
Sıra Dicle mezunu öğretmen Mevlut Kara’da:
“Sayın Öğretmenim;
‘Kimdir, Bu Hoca Dehhâni?’ başlıklı yazınızda güzel bir iletisini okuduğum okuldaşım, âbim Necmettin Çivilibal’a selamlarımı iletiyorum. Yazdıklarına harfiyen katılıyorum. Çünkü bizler o okullardan ve sizlerden çok şey öğrendik.”
Hep öğretmen değil, tıp doktorları da var; konuklarım arasında. Sözgelişi işte onlardan biri var, sırada şimdi. Turgutlu’dan yazan Dr. Tahir Dönmez de kısaca yazmış görüşünü:
“Özel okul… Özel dershane… Özel hastane…
Hepsi de ‘CEPhane’ye çıkıyor hocam, ‘CEPhane’ye!..”
Pamukpınar Köy Enstitüsü mezunu eski Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal’ın oğlu yazar Sercan Ünsal’da sıra:
“Emeğinize sağlık! Öğretmen olmayan ben bile feyz alıyorum; haftalık söyleşilerinizden. Haberiniz ola!
Saygılarımla…”
Dicleli Prof. Dr. Ali Yılmaz, “Benim de bir çift sözüm var” deyip başlıyor hemen:
“Dicle’de her öğretmenin bir lakabı vardı: Kop Dağı, Takoz, Tanker gibi… Hoca Dehhâni lakabını, öğrenciler tarafından size gösterilen sevgi ve saygının bir göstergesi olarak hatırlıyorum.”
Sözü Hasanoğlan mezunu öğretmenler alıyor yine. İlk sırada Hulusi Tarhan var. Polatlı’dan sesleniyor:
“Yolum önce Hasanoğlan’dan, sonra Gazi Eğitim’den geçti. Ne mutlu bana, sizin verdiğiniz ışıkla hâlâ engelli insanların eğitimiyle uğraşıyorum. 55 yıl zevkle hizmet ettim; yine de ediyorum. Sağlık dileklerimle saygılar sunuyorum.”
Ne güzel, ne güzel bir hizmet, Tarhan’ın yaptığı iş; değil mi?
2/2
-2-
Ve şimdi de yine Hasanoğlan mezunu Alaaddin Yücel çıkıyor sahneye. Alıp mikrofonu eline, “Kusura bakmayın, ben biraz uzun konuşacağım” diyor. Dinleyelim bakalım:
“Değerli Öğretmenim;
1965 yılında fırsat eşitliğinden az da olsa yararlanarak Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okuluna başlayan şanslı köylü çocuklarıydık. Türkçe öğretmenimiz sizdiniz. Ders kitabına bağlı olmadan çeşitli kitap, dergi ve gazetelerden makaleler, öyküler, şiirler okuyup tartışma ortamı yaratıyordunuz.
Bir dersimizde, adını tam anımsayamadığım bir yazarın makalesini okumuştunuz. Yazar, okulumuzun yeni sayılan ana derslik binası ile karşısındaki kız arkadaşlarımızın yatakhane olarak kullandıkları yapıyı karşılaştırıyordu. Yen binayı ‘müteahhit’ denen yüklenici yapmıştı ama yer yer çatlaklar vardı. Eski bina sapasağlam görünüyordu. Onu Köy Enstitüsü olarak kurulan okulumuzun ilk öğrencileri ve öğretmenleri yapmıştı. Bunu tartışmıştık sınıfta. Böylece bizlere eleştirel bakışı, önyargısız düşünmeyi kazandırmaya çalıştığınızı ileriki yıllarda anlamıştım.
Daha sonra okumamız için kitaplar dağıtmıştınız. Benimki Yaşar Kemal’in TENEKE adlı romanı idi. Okudum. Özetini çıkarmamı istediniz. Ancak bunu becerememiştim. Siz bir üst sınıfta Nuran Özdemir’in yardımcı olabileceğini söylediniz. Nuran Abla yardımcı oldu ve size sundum. “Özetin sonuna, ‘İlçeye gelişinde davul zurna ile karşılanan kaymakam çıkarcılara, toprak ağaları ve halkı sömürenlere fırsat vermediği için teneke çalınarak uğurlandı.” diye yazarsan daha güzel olur.” demiştiniz.
Sonra da okulun sinema salonunda, sahneye çıkıp ilk kez mikrofon kullanarak tanıtımını yapmıştım arkadaşlarıma. Beğendiniz ve beni Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun bir şiir kitabını vererek ödüllendirdiniz.
30 yıl kadar önce İstanbul’da bir seminere katılmıştım. Bir Alman eğitimci veriyordu semineri. Dersleri nasıl işlediğimizi sordu. Çoğunlukla sınıflarda aktif olan biz öğretmenlerdik tabii.
“Hayır, olmaz!” dedi.
“Sınıfta aktif olan öğretmen değil, öğrenci olmalıdır.”
Sizi düşündüm; işte o anda. Siz, derslerinizde öğrencileri aktif duruma getirdiğiniz için 1966 yazında Kars’ın Sovyetler Birliği sınırındaki Arpaçay ilçesine ‘Solcu, komünist öğretmen’ suçlamasıyla sürgün gönderilmiştiniz. Daha sonra orada da bırakmayıp Almanya’ya mı sürülmüştünüz?
O Alman eğitimci de mi sizin öğrencinizdi yoksa?”
***
Var daha var. Yine Hasanoğlanlı eğitimci yazar Fazilet Özkan Por’dan da var, şu anda Kantarın Topu adlı 18. ve Hocanın Düdüğü adlı 19. eserlerini okuduğum Erzincanlı yazarımız H. Esat Yavuztürk’ten de… Zahmetleri için çok teşekkür ederim; yorumlarını ileten sevgili okurlarıma. Gönderen de sağ olsun, göndermeyen de…
Bu haftalık yeter ama bu kadar.
Haftaya görüşmek üzere, kalın sağlıcakla!
Hüseyin ERKAN
0535 371 74 83