Hayatı anlamlandıran insandır. Bir insan hayatına ne katıyorsa, onunla nasıl ilişki kuruyorsa, o insan için hayatın anlamı, bu ilişkiler yumağıyla ve sonuçlarıyla sınırlıdır.
Yeni bir yıla, 2022 yılına girdik. Her yeni yılda insanlar genellikle hayata dair bir iki kelam edip yeni yılda iyi dileklerini dillendirirler. Bunların hepsi hayatın anlamı içerisinde ama anlam kısmı üzerinde düşünmeksizin daha çok yıl dönümlerinde ifade edilen, sıradanlaşmış ifadeler olup bir anlamda hayatına anlam vermeye çalışmaktır.
Belki de hayatın bir anlamı yoktur ve anlam arayışı, insanın kendi yanılsamaları içerisinde boşuna bir çabadır.
Böyle olsa bile ortada da bir gerçeklik vardır; insan sürekli hayatı anlamlandırma, onu anlama arzusu taşır. Hayatın anlamı (Ve dolayısıyla anlamsızlığı -Camus) konusu, 2500 yıllık felsefe tarihinin değişmez (Felsefenin problemleri değişmez, problemlere yaklaşımlar ve çözümlemeleri değişir) baş sorunsalı ve arayışlarından biridir.
Şimdi ileri bir adım atarak hayatın anlamı konusuna daha yakından bakmaya çalışalım.
Hayatın anlamı derin ve kapsamlı (kimilerine göre gereksiz, anlamsız) bir konudur. Hayat ve anlamı deyince bu bizi varlıkbiliminden (ontolojiden) psikolojiye dek birçok alanlara götürür.
Buralara girmeden (ki, boğulurum), hayatın anlamı üzerine birtakım saptamalar yapmaya çalışacağım.
Bizim dışımızda nesnelerle örülü bir dünya var; taş, toprak, ağaç, buğday vs. Bu nesnelerin kendi başlarına bir anlamı var mı? Bir diğer deyişle dünyada insan olmasaydı, bütün bu varlıkların bir anlamı olur muydu?
Olmazdı!
İnsanı diğer varlıklardan (Daha doğrudan soralım, hayvanlardan) ayırt eden nedir? Buna insanın üretim aracı (alet) üretmesi demişler, iki ayak üzerine kalkması demişler, akıl demişler vb. Ne olursa olsun sonuçta insanın temel ayırt edici özelliği, kendi varoluşunu sorgulama yetisidir. Ve dolayısıyla insan, ölümünü bilen ve Demokles’in kılıcı gibi onun sarkacında yaşayan tek varlıktır. Freud bunun için eros (Yaşama dürtüsü) ve thanatos (Ölüm dürtüsü) ikilisinin hayatın anlamını oluşturduğunu söyler.
İnsanın öznesi (Zihin dünyası) nesnelerle ilişkisine ad koyarak başlar. Deneme-yanılmayla başlayan pratik, ad koyma yoluyla nesneleri ve ilişkilerini tasnif eder. Bir nesneyi taş, bir diğer nesneyi elma diye tasnif etmek, insanın nesneyle ilişkisinin anlamıdır. İnsanın zihin tarihi somuttan soyuta bir yolculuktur. Hayatı anlamlandırma, hayata anlam katma serüveni de daha çok bu soyutlama evresiyle kendini öne çıkarır.
Anlam, insana ait olup onun öznesi tarafından belirlenir. Dolayısıyla insansız hayatın kendi başına bir anlamı yoktur! Hayatı anlamlandıran insandır. Bir insan hayatına ne katıyorsa, onunla nasıl ilişki kuruyorsa, o insan için hayatın anlamı, bu ilişkiler yumağıyla ve sonuçlarıyla sınırlıdır. Buradan hayatın herkes için geçerli, sabit bir anlamı, bir reçetesi olmadığı sonucu çıkar. Hayatın anlamı dediğimiz şey, bizim hayatla kurduğumuz ilişkiler ağı, hayatı nasıl yaşadığımız ve ona neler kattıklarımızdır. Dolayısıyla her insan (her özne) için hayatın anlamı farklıdır.
Hayatın anlamı ve mutluluk
Hayatı anlamlı kılan, onu yaşanılır kılan olgu, yaşam kalitesidir. (Kalite derken, salt maddi zenginliği kastetmiyorum. Onun maddi dünyasıyla birlikte bir bütün olarak zihin, kültür, psişik dünyasıdır).
Yaşam kalitesi deyince mutluluk, bunun belirleyenidir. Dolayısıyla yaşam kalitesi ve mutluluk birbirini üretir.
Burada şu temel soru karşımıza çıkar; yaşam kalitesi bireyin elinde midir? Bir diğer deyişle mutluluğu belirleyeni kişinin kendisi midir?
Yukarıda yazılanlar şöyle bir yanılsamaya yol açabilir; hayatın anlamı benim onunla kurduğum ilişkiler ve ona kattıklarımsa, o halde hayatımı iyi yaşamak benim elimdedir! Öyle ya, madem hayatın anlamı bana, özneme bağlı; nesnelerle iyi ve doğru ilişkiler kurarak hayatımı iyi ve güzel olarak anlamlandırabilirim!
Bu sahiden böyle midir?
Hem böyledir hem değildir.
Böyledir, çünkü herkesin hayatı kendine aittir.
Böyle değildir, çünkü herkesin kendine ait hayatı dış dünyadan bağımsız, birbiriyle ilintisiz olmayıp birey ile dış dünyası arasında karşılıklı olarak sürekli bir akış vardır.
Mutluluk kavramının bugün için de geçerli olan farklı iki temel tanımı bulunur: Epikürcü ve Stoacı tanımlar. Mutluluğun temelini ister Epiküryen felsefe anlayışla haz (Epiküryen’in haz tanımı kesinlikle hedonizm değildir) olarak niteleyelim, isterse Stoacıların erdemli yaşam ve ahlakı olarak niteleyelim, sonuçta mutluluk insan hayatını yaşanır kılan temel bir etmendir ve oluş biçimidir.
Mutlu yaşam, mutsuzluğun olmadığı yaşam anlamına gelmez. Mutlu yaşam mutsuzluğu da içinde taşıyan ama onu aşan ve onu sürekli ve etkin kılmayan bir yaşam demektir.
Mutluluk hayattan haz almaktır veya mutluluk erdemli yaşamaktır; her iki görüşün birleştiği nokta, insanın mutluluğu amaçladığıdır.
Mutluluk yaşama sevincinin direğidir. Mutluluk arttıkça, yaşama sevinci tıpkı göndere çekilen bayrak gibi direkte yükselir.
Toplum sistemi ve mutluluk ilişkisi
Anlamlı bir hayatın yaşama sevinciyle, mutlulukla doğrudan bir bağı olduğuna göre, bireyin öznesi bunun tek belirleyicisi midir? Yani mutluluk, salt bireyin istencine mi bağlıdır?
Bireyin iç dünyası hayatını anlamlandırmada esas bir başlangıç olmakla birlikte, bireyin öznesi bu belirlemede yetersizdir. Çünkü bireyi kuşatan aile, gelenek, din, devlet, ahlak, rejim gibi olgulardan oluşan devasa bir dış dünya vardır. Burada karşımıza bir başka ahlaki sorun çıkar; kötülük yapan biri kötülüğünün gerekçesini toplumsal sisteme bağlarsa, o kişi aynı zamanda içsel dünyasındaki ‘iyi’nin olmayışını da dış koşullara yıkıyor demektir. Halbuki vicdan, sevgi, adalet, merhamet, empati gibi insanın iç dünyasına ait kavramlar vardır ki, sistem bozuk olsa da bütün mesele bunları canlı tutarak ‘iyi’ insan olmaktır.
İyi’ye (Ve mutluluğa) bilgiyle ulaşılır. (Tarkovsky’nin “Andrei Rublev” filminde aklımda kalan çarpıcı bir replik var. Kilise ressamı Rublev yardımcısı Kiril’e şöyle der: “Bilgi yük getirir!” İşte Sokrat’ın iyi’si, bilgi ve mutluluk ilişkisi üzerine bir başka tartışma!)
Bozuk düzen (Kötücül iktidarlar için bir genelleme olarak kullanıyorum.) bilginin düşmanıdır, çünkü ‘iyinin’ düşmanıdır!
Bireyin düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı; eşit, adil ve evrensel hukukun olmadığı; yaşama güvenliğinin sağlanmadığı, hakların gasp edildiği; sömürünün, baskının ve zulmün egemen olduğu bir toplumda birey kendi hayatını ne ölçüde, nasıl anlamlandırır? Böyle bir toplumda bireyin yaşama sevinci ne haldedir?
Bireyin iç dünyası, kültür normları, zihin dünyası, bireyin yaşam kalitesini yönlendiren, belirleyen verilerdir. Ancak bu veriler o dış dünyanın cenderesinde ise, o toplum genel olarak bunalımlı bireylerden oluşan sorunlu toplumdur.
Burada sorun salt ekonomik değildir. Bir toplum iktisaden zayıf olabilir ama yaşam sevincine ve umuda sahiptir. Yeter ki özgürlük, evrensel hukuk, adalet ve bireylerin geleceğini karartmayan bir sistem olsun. Yaşama sevincinin göstergesi olan neşe, böylesi toplumlarda ve bireylerinde açan çiçekler gibi renkleriyle, kokusuyla ırmaklar gibi çağlar.
İçinde bulunduğumuz sisteme, hayatımıza ve yaşama sevincimizin düzeyine bu açıdan baktığımızda bu üçlünün ilişkisini daha yakından görür ve somut sonuçlar elde ederiz.
Hayat anlamsız mıdır?
Hayatı kimi zaman anlamsız bulabiliriz. İnsan hayatının geçici iniş çıkışlarıdır bu. Ancak bu halin kronikleşmesi, psişik bir çöküşe işarettir. Varoluşun boşunalığı, amaçsızlığı, yaşamın yaşanmaya değer olmadığı düşüncesinin ulaştığı nokta, hayatın anlamsız olduğu yargısıdır ki, bu hal intihara yönelimi de (Ara sıra da olsa intihar düşüncesini taşıyanlar, intihar edenlerden kat be kat fazladır.) doğurabilir.
Hayat anlamsız mıdır sorusu, varoluşumuzla doğrudan bağlantılıdır.
Dünyaya gelişimizin bir amacı veya anlamı var mı?
Yaradılış görüşünün bu soruya verdiği cevap teolojinin konusu, buna girmeyeceğiz.
Dünyaya fırlatıldık. Canlı varlık olarak fırlatıldığımız dünyada yaşamak zorundayız. Annemizden dünyaya fırlatıldıktan sonra varlığımızın devamını anlağımızdan önce güdülerimiz sağlıyor. O halde dünyaya gelişimizin bir amacı yoksa, hayatın anlamlandırılması da mümkün değildir.
Doğada rasyonalite, iyi-kötü yoktur. Doğa ontolojik olarak kendine içkin bir varlıktır. Rasyonalite insana aittir, çünkü onu üreten özneye sahiptir. İnsan kendisiyle birlikte tüm varoluşa bir anlam vermeye çalışır. Ancak anlam yerine hep bir anlamsızlıkla karşı karşıya kalır; anlamlandırdığı her durum, bir yanılsamadan ibarettir.
Hem ne diye yaşamı anlamlandırmaya çalışıyoruz ki?
Bu, boşuna bir çabadır. Bireyin kendisini aldatması ve yanılsamasıdır.
Hayatın anlamı nedir sorusunu modernizmin bir takıntısı olarak gören bu görüşün felsefi anlamda yetkin temsilcilerinden olan Albert Camus hayatı bir saçmalık olarak görür ve “İnsan, anlamsızlığına ve tüm baskılarına karşın yaşamı yenmek zorundadır” der. Camus varoluşsal bir boşluk yaşayan insanın hayatına anlam yüklemeye çalışmasın tamamen yanılgı olduğunu vurgular.
Sonuç
Görüldüğü üzere bu yazıdan bir değil, birbirini tamamlayan veya birbirinin zıttı çok sayıda sonuç çıkarılabilir.
Hayatın anlamı ve anlamsızlığına dair söylenegelen onca görüşlerin üzerinden birazcık felsefi değinmelerle geçmeye çalıştım. Her bir okurun farklı değerlendirmeleri olacaktır ki, olması gereken de budur.
Yeni bir yıla kadim bir sorunsalın beyin jimnastiği ile başlayalım dedim, hepsi bu. (HŞ/AS)