Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Kim ne derse desin, kimi iyi desin, kimi kötü ama söz denmiştir bir kere…
Yıllardır derim hala demeye devam edeceğim vatan toprağının bağrına düşüne dek…Ne mi derim?..
OKU OKU OKU derim…
Önce okuma konusunda Yüce Rabbimiz ne demiş ona bakalım:
Yüce kitabımız Kuran ı Kerim Alâk suresi şöyle der:
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
O, insanı bir alâktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı.
Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir. (Alâk Suresi 96:1-5)
Şimdi; ister dur oku beni, ister üstüme bas yürü geç, karanlığa göm beni…
İnsanlar günlük hayatlarında birçok şeye ihtiyaç duyarlar. İnsanların ihtiyaçları sürekli olarak artar. Okumak insanın ihtiyaçlarını karşılayan bir faaliyettir. Okumak bir çıkar yol bulmaktır. Okumak bir kurtuluştur. Okumak insanın kendini tanımasıdır…
Okuyan insanlar kendilerini tanırlar, doğayı ve evreni tanırlar, hayatın amacını anlar ve ona göre yaşamaya başlarlar, hayattan zevk almaya, ihtiyaçlarına karşı kolay çözümler üretmeye başlar kolay kolay sorun yaşamazlar. Çünkü dünya görüşleri genişler, ufku açılır, gönül gözüyle daha iyi görüp, her şeyi kolay analiz edip çözerler…
Haydi oku şimdi beni, üstüme basıp geçmeden önce, oku ama sonra göm beni mazinin karanlığına. İşte o zaman hatırlayacaksın beni, oku diyen sözü…
Şimdi oku bakalım eski bir anıdan düşen yazıda, ne demiş var olan sesin hükmüyle yazan kalemi!..
HAYATI KAÇIRMAK…
İntibah romanında Namık Kemal şöyle yazmış.
“İnsan her adımını mezardan uzaklaşmak için atar, yine her adımda mezara bir adım daha yaklaşır. Nitekim her nefesini hayatını uzatmak için alır, yine her nefeste hayatından bir nefeslik zaman azalır…”
Unutmayın ki hayatta her şey size bağlı. Eğer siz isterseniz bu dünya güzel olur. Nasıl bakarsanız hayatı da öyle görürsünüz. Çevreye tüm güzellikleri yansıtan da sizsiniz. Yeni bir güne başlarken yüzünüze sadece ufacık da olsa bir tebessüm yerleştirin. Ama içten gelsin o tebessüm. Ve en sonunda gözlerinizi kapatıp hayatın sesini dinleyin…
Kaçamak yaşıyoruz sanki bu mavi bilye dediğimiz küre-i arzda…
Her şeyden, bazen kendimizden bile kaçıyoruz. Duygularımızı paylaşmak nedense zor geliyor bize. Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki… Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları. Bağırıp çağırıp hani derler ya ”bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi” ağlayamıyoruz bile. Utanıyoruz… Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz. Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok ”sadece o O’nun düşüncesi” diyemiyoruz. Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz. Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
Şunu da belirtmek isterim ki; her insan anı yaşayabilir. Hayatı kaçırmamak kişinin kendi ellerindedir. Kafamızı kaldırıp çevreye baktığımızda bile bizlere mesaj olarak verilen onca şey var ki… Güzellikleri görmek için o kafanın önce bir yerden kalkması gerek. Peki senin buna cesaretin var mı?..
Bir evdesiniz farz edin. Evin bir sürü penceresi var, bu pencerelerin hepsi aynı yöne ve aynı manzaraya bakıyor. Pencerelerin tek farkı hepsinin farklı renkte camlardan yapılmış olması. Sarı bir pencereden baktığınızda manzarayı sarı tonlarda görüyorsunuz, pembe bir pencereden baktığınızda manzarayı pembe tonlarda görüyorsunuz. Hangi renk pencereden bakıyorsanız manzarayı o şekilde algılıyorsunuz.
Görmüyoruz…
Kör değiliz sadece bakıyoruz. Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz. Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgârın getirdiği okşamayı, kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz. Ruhumuzu bir yerlerde bıraktık, bulamıyoruz…
Hayatı kaçırma düşüncesi de tıpkı bunun gibi. Eğer siz hayatı kaçırıyormuş filtresi ile hayata bakıyorsanız hayatı kaçırdığınızı düşünürsünüz ama o pencereden bakmıyorsanız hayatı kaçırdığınızı düşünmezsiniz. Durum, sizin düşüncenize göre değişir. Cevap ise kişiliğimizde ve yaşama nasıl baktığımızda gizlidir.
Sevemiyoruz…
Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı. Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.
Peki… Ne veriyoruz?.
Arkadaşlığı bile beceremiyoruz. Azan bir merhaba demek bile zor geliyor. ”O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim” bile diyebiliyoruz. Aslında kendimizle inatlaşıyoruz. Egomuz daima üstün geliyor. Sebebini bilmiyoruz…
Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine. Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu…
Hayatta her şey size bağlı… Sen istersen dünya daha güzel… Sensin tüm güzellikleri yansıtan…
Diğer olan biten her şey sadece araç…
Düşünmüyoruz…
Geleceğimizi, geçmişimizi içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz. Hep gel geç ilişkilerde gözümüz. Hep başkası olmakta… Kendi benliğimizi kaybettik. Tanımıyoruz içimizdeki beni. Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz. Kendimizden bile kaçıyoruz. Yüzleşemiyoruz kendimizle… Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz. Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda…
Gelecek odaklı düşüncelerle hayatı ne kadar çok kaçırdığımızı fark ettiniz mi?..
Tüm bu planları kafamızda kurarken, bir de bakıyoruz ki an’ı yaşayamamışız. Ama bunu çok sonra fark ediyoruz. Laf yerindeyse iş işten geçtikten sonra… Elbette ki gelecekle ilgili planlar yapılmalı. Elbette ki hayaller kurulmalı. Fakat tüm bunları yaparken içinde olduğumuz zamanın kıymetini bilmezsek, sadece onlara odaklanırsak ne anlamı kalır çevremizdeki güzelliklerin?.. Karşımıza çıkan güzel anıları belki de bazen bizler kendi ellerimizle itiyoruz kim bilir…
Ama tüm bunlara rağmen umudum var, karanlığa gömülmedik, tünelin sonunda ışık parlıyor, görünüyor. Sadece hareket etmek gerekiyor sonuna varmak için. Biraz kımıldamak biraz el ele vermek, biraz ses olmak, az biraz da yürümek gerek. İnanın o ışık fazla uzak değil. Uzak olan küçüktür, yakınlaşmak gerek büyüklüğü görmek için. Yürüdükçe yakınlaşır menzil.
Evet, sağımız solumuz karanlık görünüyor, öyle bakıyoruz penceremizden; kırmalıyız karaya boyanmış gözlüklerimizi, kırmadan anlayamayız dışarıdaki baharı.
Umutlarımız var, umutlar ki bizi hazırlar yarınlara.
İnsanın umudu bitmemeli, bitmesi kendinin bitmesi demektir. İnsan yürekten, inançla sarılırsa, birlikteliğin gücünü, birleşen ellerin yumruk olduğunu görür ve karanlığa bir balyoz gibi iner o yumruklar.
Gücümüzün heybetini görürsek, insanın kurtuluşunun, gücümüzün bütünlüğünden geçtiğini, anlarız…
Sanatçı Erol Evgin 1997 de çıkarttığı “İşte Öyle Bir şey” albümünde seslendirdiği “UMUT” başlıklı şarkıda
dediği gibi:
“Bu yaşlı, yorgun dünya, gözlerdeki bu kuşku…
Çökmüş, bezgin yüzler, çevremdeki bu korku…
Hiçbiri söndüremez içimdeki umudu…
Eğer sizde benim gibi şunları görür ve duyarsanız hala Umut Var demektir insanoğlundan…
Bir anne çocuğuna “ koparma o çiçeği yerinde güzelliğiyle kalsın, koparırsan ölür.” Diyorsa, yoldan geçerken buna tanık olmuşsa gözlerimiz…
Bir mail alıyorsak “…onurlu insan…”dan yana hiç tanımadığımız adresten…
Elini tutup karşıya geçiriyorsa yaşlı insanı birileri… Kuyruklarda beklerken haykırıyorsa “ bu ne rezalet!.. Adalet!.. Hak!..” isyanını…
İnanın hala umut var bu mavi dünya ve vatanımızda. Yeter ki sevin, sevgi insanlığın başlangıcının ilk ayağıdır. Tanrı sevmese yaratır mıydı yoksa…
Yani dostum, ey insan!.. Sen varsan her şey var. Kendini tanımaktan geçiyor her şey. Bir tebessümle başlıyor güzellikler. Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine… Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle. Yeni bir gün, her yeni gün seninle birlikte var. Ruhun bir yerlerde seni bekliyor… Bul Onu… Hisset tüm hissettiklerini… Bak nasıl değişecek.
Önce hayatı sev, sonra yakın çevreni, sonra uzakları ama bunları yapabilmen için sevginin en başında gelen ve en önemlisi olan Vatan sevgisidir unutma.
“Zâlim olsa ne rütbe bî-perva, yine bünyâd-ı zulmü biz yıkarız;
Merkez-i hâke atsalar bizi, küre-i arzı patlatır çıkarız!”
Demiş vatan şairimiz Namık KEMAL
Ve şunu asla unutma; Ne demiş Yunus Emre: ”Yaratılanı severim Yaradandan ötürü” derken bizlere Yaradan’ın Yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmamızı tavsiye ediyor. Yaradanın yaratmaya değer kıldığı hiçbir şeyi bizlerin hakir görme yargılama hakkı yoktur. Şehrül Emin olmanın Şartlarından belkide en önemlisi hoşgörü ve tevazudur.
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Pazar gününüz ve gelecek günleriniz sağlık, bereket ve huzurlar getirsin sizlere…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#