Ramazan geldi hoş geldi, sefalar getirdi.
Her Ramazanda diğer konularda olduğu gibi aynı şeyler, meseleler ya da mesele kabul edilenler ısıtılıp tekrar gündeme taşınır.
Ve Ramazan geldiğinde (özellikle) iki konu gündeme getirilir. Bunlar; Birincisi Ramazanın din içerisindeki önemi… İkincisi ise sahurun ne zaman başladığı üzerinedir.
İşin gerip tarafı bu ibadeti(kendince) hakkıyla yetine getirmeye çalışanların yerine; Dinle, diyanetle uzaktan, yakından alakası olmayıp… Üstüne üstlük sotede bekleyip çelme takmak için fırsat kollayanların feryat, figanlarıdır.
Adam,
Dini tüm kuralları ile yok sayar, sadece ahlak seviyesine indirip işi kotarmanın hesabını yapar.
Yapar da,
Bir yandan da öbür dünyanın hesabı ile ruhunun derinliklerinden gelen korkunun paniğiyle mazeret aramanın hesabındadır.
Bu çelişkidir ki adamı dala, budağa saldırıp ahlak hesabı ile Ramazanı bütün seneye yayar. Kendince fetva verip “Ramazan ahlaktır. Öyleyse bütün yıla yayılmalı.”Der.
Yayalım yaymasına da… Oruç ne olacak?
Hızını alamaz “tutuyorsunuz da ne oluyor?” Sorusunu sormadan edemez. Siyaseten de takacak ya…
Yukarıdaki gerekçeye bağlı olarak… “Bak ben falanca dünya görüşündeyim ve oruç tutmadığım halde senden daha dürüst ve ahlaklıyım.”
İyi de,
Birisi kalkıp dese ki “ ben de senin savunduğun fikirleri savunuyorum ama senin “Kâbe”ne yan çiziyorum. Onsuz da bu işler olur. Vur balyozu, döşe inşaat temeline gitsin dese ne olacak?
Hem ahlaklı ve dürüst ol hem de oruç tut. Ne kaybedersin? Kaldı ki cümle âleme örnek olmuş da olursun.
Neyse… Hınzır ve munzurla yarışılmaz. Biz kendi işimize bakalım.
Benim çalışanım Gürcistan uyruklu. “Efendi eskiden Sovyet devrinde köyde ne camii vardı ne de Ezan okunurdu. Yasak olduğu için korkudan ezan vakitlerini de takip edemezlermiş. Ama oruçlarından geri kalmamak için de kendilerince yol bulurlarmış. Köyde büyükler akşam gökyüzünde üç yıldız gördüklerinde oruçlarını açarlarmış.”
Ben de iki yıldız olsa olmaz mı? Dedim. Gülüştük. Elbet bu işin yazı var, kışı var. Yağmuru, karı var.
Demek ki önemli olanın insanın kendince bir yol bulup aşk ile ibadetini yerine getirme iradesi ve sevdasıdır. Gerisi teferruat, ipe un sermektir. Sabah sahurun bir saat erken başlamasından rahatsız olup feryat-figan edenler; Neden akşam karanlık basmadan oruç bozulduğu konusunda kafa yormazlar.
Yanlış-doğru nihayet bir düzen sağlanması gerekir. Gün gelir akıllının birisi de oruç vaktini sahurdan alıp iftara yamar. Bu işler böyledir. Her iktidar, dönem ağaları (ibadete dahi) kendi mührünü vurmak ister. Bunlar normal şeyler. Hayatın cilvelerinden.
Bu günlerde aç, susuz huşu içerisinde tefekküre daldığım Ulu Meşemin dibinde kafamı şu soru meşgul ediyor. Düşündükçe de terden sırılsıklam oluyorum. Hayırlısı…
“Erdoğan devri mührü huzur-u mahşerde ne kadar makbul olacak?”