Daha önce hem Teori Dergisi'nin "Yeni Sağ" kapak konusu için kaleme aldığım yazıda, hem de bilgiagi.net'te yayınlanan bir kaç yazımda, gerek detaylı, gerekse fikirsel-yüzeysel olarak değinmiştik ancak,
geçtiğimiz gün Eren Erdem kardeşimin bir köşe yazısında okuyunca bir kez daha yazmak istedim.
Konu, spesifik olarak İslam dininde faiz, ancak genel olarak tabi ki İslam'ın ekonomi politikasına, liberalizmin, kapitalizmin ve hatta sosyalizmin temel dinamiklerine dayanıyor…
Eren kardeş, (kim olduklarını bilmiyorum) daha önce kamu önünde faizin İslam dini açısından yerini tartışan bazı fikir adamlarını eleştirmiş ve hatta onları ağır ithamlarla suçlayarak eleştirmiş.
Faiz konusunda, Kuran'da geçen, "riba" kelimesidir. Bu kelimenin, ekonomi pratiği açısından karşılığı "faiz" değil 'tefe geliri'dir. Kuran'ın ve önerdiği yaşam biçiminin yasakladığı; tefeciliktir. Daha doğrusu, hiç çalışmadan, bir başkasının sırtından geçinmek, fahiş kazanç sağlamaktır.
Gerek bankalarla-şirketler, gerekse bankalarla-vatandaşlar arasındaki para alışverişlerinde ortaya konan fark yani basit anlamıyla faiz, arz ve talep dengesi bakımından paranın değerini belirlemek, çoğu zaman da bir sınırda tutmak amacıyla gereklidir. Bu gereklilik, en temel olarak "paranın üretilmesi" ile başlar. Merkez bankaları tarafından basılan ve hükümetlerce piyasaya sürülen her kuruş para, aslında aynı zamanda bir borçtur da… Bu karmaşık hesaplar-ilişkiler ağı hakkında yazılan (ve çoğu temelden çok daha fazla bilgi ve merak gerektiren) yüzlerce cilt kitap, meraklılarını tatmin edebilir.
Günümüzde, kontrol altında tutulan, asıl amacı fahiş rant sağlamak değil, talep dengesini korumak olan faiz rakamları, tefe yani Kuran'da geçen "riba" sayılamaz.
Tefecilikte asıl amaç, üretmeden fahiş kazanç sağlamaktır. Üstelik tefenin paraya kattığı fazladan artı değer, yukarıda söz ettiğimiz dengeyi de bozmaktadır. Kontrolsüz faiz oranları, yüksek biçimde sürekli artan döviz / altın yatırımı da riba, yani tefeciliktir.
Bugünkü ekonomi pratiğinde kontrol altında tutulan ve denetlenen arz-talep oranları ile faiz rakamlarıyla, geçmişte yaşanan banker faciaları, batan banka trajedileri aynı şey değildir.
Pratikte, kazancın tek unsuru emek değildir. Spekülasyon da, risk de, kazanca neden olan unsurlardır. Ticaretin, ticaretten kazanılan değerin, karın İslam'da yasak olmamasının sebebi de budur.
Muhammed Peygamber, o devirde dünya ticaretinin merkezi olan Mekke'de doğdu, büyüdü. Mensubu olduğu aile, ticarette başarılıydı. Kendisi de, ilk eşi Hatice'nin işlerini yönettiği dönemlerde, başarılı (ve dürüst) bir tüccar olarak kendisini kabul ettirmişti. Dolayısıyla, Muhammed Peygamber de ekonominin temel prensipleri ve kurallarını, ticareti, karı, risk faktörünü, emeği iyi bilmekteydi…
Basitçe yukarıda tarif ettiğim faizin serbest olmasının nedeni, aynı zamanda ticaretin serbest olmasına da nedendir. Yanında on kişi çalışan bir patron düşünün; elemanlarına piyasa ortalamasının üstünde geciktirmeden maaş ödesin, sigorta primlerini tam olarak yatırsın, fazla mesaileri ihmal etmesin… Patron elini idari işlerden başka bir şeye sürmesin, yani beden emeği sarf etmesin. Peki, bu koşullar altında bu patronun, işçilerin emeği üzerinden elde ettiği net kar kendisine haram mıdır, helal mi?
Daha önce de söylemiştim, Muhammed Peygamber, kişisel servet sahibiydi. Zırhını yiyecek karşılığı rehin vermesi gibi acıklı hikayeler tarihsel gerçeklerle uyuşmamaktadır. Muhammed Peygamber'in servetini anlamak için veda hutbesinde kestirdiği develerin sayısına, o zaman bir devenin ne kadar degerli olduğuna ve İslam fıkıhında kurban kesmenin şartlarına bakmak yeterlidir…
İslam'ın yasakladığı şey servet sahibi olmak, para kazanmak değildir. İslam, kazanılan servetin ekonomiye katma değer olarak döndürülmemesine, yani yastık altı birikimine karşıdır. Zekat da bunun tedbirlerinden biridir örneğin…
İslam'ın yasakladığı emek sarfedip ya da risk alıp kazandığın paradan, doğası gereği rant elde etmek değil, hiç bir şekilde emek sarf etmeden hayatını idame etmektir.
İslam, kazancı ve serveti, edinmeden önce ve sonra ahlaki ve toplumsal kurallara, gerekliliklere bağlayarak serbest bırakır. Bundan kastımız tabi ki vahşi kapitalizm ya da liberalizm değil ancak komünizm de değil. İslam'ın önerdiği devlet-toplum modeli sosyalizme yakın, bir çeşit sosyal-demokrasi olarak adlandırılabilir.
Kaan Göktaş
twitter.com/kaangkts | facebook.com/kaangkts