Hamsi, hamsi Karadeniz, hamsi… Çağrıları sürekliydi. Müşteriye istediği kadar hamsiyi tartarken bile, hamsi, hamsi Karadeniz bugün geldi, diyordu. Hamsi derken, gülüyor, bakıp geçmeyin, gelin alın kalmaz, diyordu.
Hamsiyi tartmaya devam ediyor fakat aynı sözlerini tekrar ediyordu. Sürekli bağırıp çağırıyordu. Hem de tartıyordu. Hep meşguldü, dayanamadım yanına yaklaştım ve sordum.
Neden bağırıyorsun, gülüyorsun ve alın diyorsun. Hem de aynı kelimeleri kullanıyorsun, sıradayız. Biraz sus da ver hamsimizi de gidelim. Satıcı, hamsi Karadeniz… diyor ve sıradakinin hamsisini tartıyordu. Ezberlediği bir, iki cümleyi nakarat şekline dönüştürmüştü.
Hamsi kasaları göz önünde tükeniyordu. Satıcının yeri de hamsiye pazarlamaya uygundu. Bekliyorum, ne diyecek diye. Bana doğru eğildi ve “On beş liralık bağır, beş liralık sat.” Dedi. Başka bir soru sormama fırsat vermeden, “Bağır, çağır ama aynı şeyi söyle. Çünkü her gelen sloganı yeni duyuyor.” Dedi.
Düşündüm, hamsi taze, hamsi Karadeniz, hamsi bugün geldi. Algı yaratmak böyle olsa gerek.
Yıllar sonra bir okul müdürü arkadaş, konu üzerine şu fıkrayı anlattı.
Kaz ve tavuk hikâyesi. Kaz, tavuğa bakar ve tavuk kardeş, ikimizin de yumurtası var. İkimizin yumurtası da değerli. Fakat benim yumurtam senin yumurtanın iki misli büyüklükte. Senin yumurtaların satılıyor, benim yumurtalarım ise niçin satılmıyor. Tavuk, kaza bakıyor ve kaz kardeş; “Yumurtayı ederken, çok bağırıyorum da ondan.” Diyor.
Hamsi satıcısının bağırması, bağırırken aynı cümleleri kullanması, tavuğun yumurtlarken çok bağırmasıyla aynı mantıktaki olay. Hayat içerisindeki olayları algılamak ve çözümlemek farklı bir şey. Fakat bu farklılığı yakalamak kolay değil. Kendini dev aynasında görenlerin başaracağı bir iş değil.
Hamsi satıcısının davranışları dikkatimi çekmeye devam ediyordu. Demek ki, mesleğini seveceksin. Vücut diline hâkim olacak ve gönül güzelliğini insanları sevmeye yönelik yansıtacaksın. Bunları yaparken, gülmesini de bileceksin. Gülmesini bilmeyen hayattan da zevk alamaz.
Hamsi poşetini aldım. Paranın üzerini hiç saymadan paltomun yan cebine attım. Atarken de aklıma gelen, hamsi kokacaklarıydı. Evde çaresine bakarım dedim. Çünkü hamsi satandan hamsi kokmayan para alınması mümkün değildi.
Evde paraları saydım ki, fazla vermiş. Büyük bir ihtimalle, elli lira vermiştim. Satıcı, bana yüz liranın üzerini verdi. Paraları değiştirmeden tekrar cebime koydum. Yarın öğlede satıcının yanına vardım. Satıcı aynı davranışları sergiliyordu. Fakat gün erken olduğu için, kuyruk yoktu.
Yanına yaklaştım ve selam verdim. On beş liralık bağırmasan da yine senden hamsiyi alacağım dedim. Çünkü, iki kilo hamsi ve fazladan da para veriyorsun, dedim.
Balık kokan paraları olduğu gibi ona verdim. Dedim ki, ben sana elli lira verdim ve iki kilo hamsi aldım. Ona göre paranın üzerini verir misin? Herhâlde yüz lira üzeri verdin dedim.
Hamsi satıcısı güldü ve yanlışlığı, kendi lehimize yapmayı öğretirler. Müşteri için öğretmemişlerdi, dedi. Ona sen de benim gibi bir müşteriye rastlayacağını düşünebilir miydin? Dedim.
Hamsi. Hamsi Karadeniz, hamsi… dedikten sonra “Düşünemezdim.” Dedi.
Hamsi satıcısı, “Her gün öğleyin bir buçukta, hamsi ızgaraya geleceksin,” dedi.