Sabahattin Eyüboğlu, sevginin gücüne inanan ve sevgiyi bayraklaştıran Yunus gönüllü aydın bir kalemdi. Ona göre sevgi bütün hastalıklara ilâçtı. Ruhumuzu çepeçevre saran nefretin duvarlarını kıran bir balyozdu sevgi. Ancak ona inananlar ve onun izini iz edinenler saadet menziline ulaşabilirdi.
Bu bağlamdaki şu sözleri bunun en büyük delilidir: “Aşk gelecek cümle eksikler biter. Hangi ozanımız söylemişti bunu? Yunus olabilir; ama onun da olsa, ben kendi payıma Yunus’u bir tek kişi değil, Türkiye haklı saydığım için üstelik de cümle ozanları halktan yana bildiğim için, bu sözü Türkiye halkının, halk her yerde bir olduğu için de dünya halkının bir sözü olarak seviyor ve benimsiyorum.
Bu sözün gücü ve değeri yanında, Viyana kapılarında şakırdayan kılıçlar bir hışırtı kalır. Bir Türk olarak, daha doğrusu bir Türkiyeli olarak (bunu ekliyorum: çünkü kimi aydınlarımıza göre Karadenizliler Türk değildir, ben Karadenizliyim; üstelik de atalarımızın, Orta Asya’dan gelme olduklarını bilsem de övünmem bununla: Nerden gelmişlerse hoş gelmişler) evet, ne diyordum? Bir Türkiyeli olarak böyle bir sözün benim konuştuğum bir dilde söylenmiş olmasına seviniyorum. Ne yaman bir insan gerçeğiyle yüklü, bu rahat soluk. Tek tek ve topluca yaşanmış ne serüvenler, ne destanlar var içinde. Aşk gelicek, ne aşılmaz dağlar aşılmış, ne kara yazılar ak olmuş, ne çözülmez düğümler çözülmüş, ne bereketsiz topraklar cennete dönmüş dünyada.”
Sabahattin Eyüboğlu, Atatürk ilke ve inkılaplarına gönül vermiş, halkçı bir insandı. Duruşu netti, zemini sağlamdı. Zira o, halkın durduğu yerde duruyor, halkın sesini kuşanıyordu. İnsan ve onun evrensel yanını oluşturan kıymet hükümleri onun paydasıydı. Avrupa ve dünya kültürünü (evrensel kültürü) çok iyi bildiği hâlde o kültür içinde asimile olmuyor, onun bize uyan taraflarını alıp Anadolu irfanıyla birleştiriyordu. O; dünyayı dışlayan, yerelde sıkışıp kalan bir milliyetçilik anlayışına karşıydı. Ona göre milliyetçilik şu vasıfları taşımalıydı: “Milliyetçilik halkçılık demektir bizim için. Millet kavramını, halk ve yurt kavramlarından ayırmakta direnenlerimiz yok değil. Ama bu ayırmanın insanlık için de, bizim için de çıkar yol olmadığı, kanlı iflaslarla sonuçlandığı bütün sağduyulu gözlerin önündedir artık. Milliyetini Türkiye’den ayrı düşünen, başka anayurtlar, başka türlü yurttaşlar hayal edenler, milletin de kendilerinin de başını derde sokmadan, Atatürk’ün de, Yeni Türkiye’nin de pişmiş aşına su katmadan akıllarını başlarına devşirmelidir.”
Sabahattin Eyüboğlu, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in başlattığı tercüme faaliyetlerinde önemli bir rol üstlenmiştir. 1939’da tercüme çalışmalarına dahil olmuştur. Michel de Montaigne’den Ömer Hayyam’a, Paul Valery’den William Shakespeare’e kadar pek çok yazarın eserini Türkçeye çeviren Eyüboğlu, bu alanda haklı bir şöhrete sahiptir. Bu çerçevede Ankara’da Çeviri Bürosu’nda Nurullah Ataç’ın yardımcılığını yapmıştır. Hatta daha sonra bu büronun başına getirilmiştir. Orhan Veli Kanık, Nurullah Ataç, Melih Cevdet Anday ile birlikte Türkiye’de ilk çeviri dergisi olan Tercüme dergisini çıkarmıştır.