Sevgili okurlarım, halk edebiyatımızın dününden gelen sanatsal gelişmişliğine bugün itibariyle baktığımızda, folklorumuzun ana beyni olan ozanlık geleneğinini önemli bir yeri vardır diye düşünüyorum.
Türkler, tarihin çeşitli evrelerinde zaman zaman göçüp gittikleri yerlerde kendi kültürlerini ve geleneklerini yerleştikleri yerlere götürmüşlerdir. Gittikleri yerlerde bıkmadan usanmadan halk ozanlığını devam ettirmişlerdir. Okuryazar olmadıkları halde, Türk kültürünü hiçbir zaman terk etmemişlerdir. Gittikleri her yerde, sazlarını ellerinden düşmemişlerdir. Ozanlarımızın bu gayretleri, yılmadan usanmadan günümüze kadar taşımışlardır.
Günümüzde şehir kültürü ağır bassa bile, Halk Müziği sevdalıları Halk Türkülerini zevkle dinlemektedirler. Bu demek oluyor ki, halk ozanlarımızın daha yapacakları ve söyleyecekleri çok işleri vardır. Bu söylemi zaman içinde sazıyla sözüyle söylediği gibi, halk şiiri niteliğinde de söylenmektedirler.
Ozan dediğimizde, aklımıza özgür düşünceyi söyleyen ve savunanlar gelmektedir. Bu söyleyiş ve çalış yazılı edebiyatımızın olmadığı dönemlerde, daha da önem kazanmıştır. Bilinen tarihimizde 13. yüz yılın yaşam tarzına baktığımızda, halk yaşamını çok iyi bilenlerden, birisi olan Alışır Neva-i, Yunus Emre gibi birçok ozanları görmekteyiz.
Tarihin gelişen süreçlerinde, halk kültürüne ve kendi ana dillerine yabancılaşan yöneticilerin yapmış oldukları baskılar sonucunda, birçok ozanlara zarar verildiği de görülmektedir. Bunlardan kimileri uzun yıllar mahpushanelerde tutuklu tutulmuş, kimileri yakılmış, kimileri işkence hanelerinde darp edilmiş, kimileride taşlanarak öldürülmüşlerdir. Bu kâbus ozanları sığınacak bir yer aramaya itmiştir.
Sonuç olarak, böyle bir durumla karşı karşıya kalabileceğini hisseden ozanlar, Bektaşi tekkelerine akın etmişlerdir. Bu tekkelerde öğretilen felsefe kültüründen beslenmişlerdir. Orada varlığını sürdüren ozanlarımız, fikirlerini arı dilde özgürce söylemişlerdir. Bu sayede, ozanlığın günümüze gelişini sağlamışladır.
Halk şairliği, halk şiiri ve halk ozanlığı genel olarak Türk toplumunun yaşadığı yerlerde bir değer olarak görülmektedir. Anadolu’muzun bazı bölgelerinde saz şairi ve Âşık gibi adlarda verilmektedir. Bunu da belirtmek isterim ki, halk şiiri yazan birçok şairimiz saz çalmamaktadır. Ancak bunlara da, ozan veya Âşık diyebiliriz. Zaten Ozan kavramı Arpaca da Âşık, Farsçada şairdir. Anadolu Türkçesinde de şiir yazan, söyleyen olarak gelişmiştir. Her üçünde de aynı anlamı taşımaktadır.
İki yıl önce yayımladığım bir yazımda, şairi, ozanı ve şiiri ele almıştım. O yazım bir takım olumsuzlukları dile getirmek içindi. Şimdiyse ozanlığın başka bir yanını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaşadığımız toplumun aydınlarıyla ozanlarımızı karşılaştırdığımızda, ozanlarımızın bulunduğu ve aydınlattığı kesimle, aydınların içinde bulunduğu kemsin çok farklı olduğunu görmekteyiz. Ozanlarımız her zaman ezilen ve horlanan halk kesimi içinde yer almaktadırlar. Onları öncüsü ve de onlar adına
söz söyleyenlerdir. Bizler ozanlarımızın olduğu yerlerde aydınlarımızı
görmemiz imkânsızdır. Tarihin aydınlanma çağında bile bu farklılık giderilememiştir. Bu büyük çelişki ne geçmişte aşılmış ne de şimdi aşılmaktadır. Bu önümüzde duran en somut olanıdır. Ancak halk ozanları yaşadıkları dönemlerde, ozanlarla kenetleşmişlerdir. Her gittikleri yerde, bir birleriyle karşı karşıya gelerek söyleşmişlerdir. Sürekli gezerek, her gittikleri yerlerde halkın düğününde, sünnetinde hikâyeler anlatmış ve türkülerini, şiirlerini söylemişlerdir.
Ne var ki ülkemizde 1950 sonra başlayan ekonomik sıkıntılar sonucunda, köyden kente hızlanan göçün sonucunda, birtakım değişimlerin olduğu da gözlenmektedir. Ozanın ve şairin yerini, söz yazarlığı almaya başladı. Müziklerimiz gitgide farklı bir nitelik değiştirmektedir. Yine günümüzde, şiirin yerini, içi boşaltılmış sözler almaktadır. Bu durum Ozanlık ve Âşıklık geleneğin de etkilemektedir. Bunu haricinde, bir takım çeşitli olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Günümüzde dinleyici faktörü değişince, öz kültürümüzde ve folklorumuzda bir takım kırılmalar yaşanmaktadır. Bu durum da, içinde yaşadığımız kentleşmeden kaynaklanmaktadır.
Özetle, bu arada her birimize düşen görev, öz kültürümüze yabancılaşmanın önüne geçmektir. Bu kültürün yok olmaması için elimizden ne gerekirse onu yapmamız gerekir. Hem halkımız için, hem de “Halk Edebiyatımız İçin” tarihe not düşmek zorundayız.
BAKIŞ
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair