Hastaydım biraz. Önceki hafta Ankara’ya gitmiştim. Sabah erkenden varmıştım. Esas işim öğleden sonrasındaydı. Ankara’yı özlememişim. Zaten hava da yağmurlu ve soğuktu. Sağda solda vakit geçireyim derken üşütmüşüm. Biraz ısınmak için Ankaray’a bindim, en az 15 tur gittim geldim, Cebeci ile AŞTİ arasında(Mansur Yavaş kusuruma bakmasın). Isındımdı.
Neyse. Didim’deydim, nihayet. Hastaydım biraz. Yukarı çıkayım dedim, Atatürk Caddesinden. Heykele yakın bir Arçelik bayii var, oradaki aradan girdim, Simit Sarayına vardım. Büyük çayla beraber bir tahinli çöreği yavaş yavaş yemeye devam ederken, bizim dolandırıcı Şansal vardı, aklıma geldi, borcu vardı , sms ile borcu istedim, taam gönderirim dedi. Dolandırıcı olmasa istemezdim. Didim’de gördüğüm envaı dolandırıcılardan bir türü sadece.
Şu ana kadar tespit edilen 80 bine yakın sahte engelli raporlu kişi için hesap vakti yaklaşıyor, tabii. Ankara’ya vardığımda nedense bu 80 bin sayısı aklımda döndü dolandıydı. Tabii bir de bu işin borsasını kuran sahtekar doktorlar ve diğer çete elemanları için bedel çok ağır olacak. Yetimin öksüzün hakkını kursaklardan kan kusturarak getirtecekler.
Neyse. Tahinli çörek bitmiş, nefsimiz körelmiş, tahinli çörekten artakalan fındık kırıklarını filan etrafımda dolanan kumrulara serpiyordum. Kumrular çok narinler. Ve ihtiyacı olduğu kadarını alıp gidiyorlar. İnsan gibi değiller. İnsanın ruhuna naiflik sunuyorlar.
Bitcoin, DOGE, elon musk vb konularla ilgili haberleri taradım biraz telefonumda. Bu DOGE köpeği bir haltlar çevirecek gibime geliyordu. Dijital bir köpek. Milyonlarca kişinin bu köpeğin peşinden gitmesi tuhafıma gitti bir an. Normalde, var olmayan bir köpek. Elon, DOGE’nin aşısını filan yaptırıyor mu acaba? diye bir soru geldi aklıma. 3-5 saniye de olsa bunu ciddi bir şekilde düşündüğümü fark etmemle bir gülme aldı beni. DOGE’nin aşısı.
Sonra ayrıldım oradan. Cumhuriyet caddesine çıktım. Bizim bir muhbir Adem vardı. Bir baklavacı dükkanı açtıydı. Onun önünden geçtim. Baktım dükkana, yoktu. Demek ki başka birini takip ediyordu şu an. Aslında orası paravan, o dükkan. Tüm bilgi baklava şerbetinin altında toplanıyor. Şişşşşş! Kimse duymasın…hışşşşş…
Kurtuluş caddesine geri döndüm. Aşağı doğru saldım kendimi. 19 Mayıs’a vardığımda sağa sola bakındım. Atatürk bulvarına çıktım tekrar. Migros’a yaklaşınca, o aradan sola saptım. Migros’un yanında bir de BİM var. Oraya doğru yürürken biri seslendi. Bir baktım bizim Tacizci Nuri!.. Bir veteriner dükkanı var BİM’ den önce, orada oturuyor. Allah, Allah dedim. Ayak üstü birkaç kelam, haydi sonra görüşürük filan derken ayrıldım oradan.
BİM’e doğru yürürken bir baktım, sağımda Halil belirdi. Sırıtıyordu. Ne sırıtıyorsun yav Halil! dedim. Hayırdır! Toplu tecavüz mü var? dedi, Halil. N’alakası var! dedim. Ne konuşuyorsun o tecavüzcüyle? dedi, Halil.
Yav, Halil. Ben, herkesle konuşurum, bilmiyor musun, dedim. Tamam tamam, kızma dedi, Halil. Nuri, taa çocukluğundan beri sapık bir insan biliyor musun, dedi, Halil. Kedi, köpek, eşek, tavuk… derken bir gün artık bunlar kesmez oluyor Nuri’nin köpek nefsini, gözünü hemşirelik okuyan gariban bir kıza dikiyor, kaçırıp bir izbede tecavüz ediyor, onu da biliyor musun, diyor Halil. Tabii, biliyorum, dedim. Bizden kaçar mı?
Beraber güldük. Sen de az tilki değilsin haa, dedi Halil. Tilki kim yav! dedim. Ben topyekun hayvanlar alemiyim.
Fakat, dedi Halil, Nuri’nin orada neden oturduğunu bilmiyorsun, eminim, dedi. Bak işte bunu bilmiyorum… dedim.
Diğer bankta oturan, arkası sana dönük biri vardı, dedi Halil. Evet, dedim. İşte o Nuri’yi üflemiş. Köpeklere yapılan, bir aşı türü insanlarda-erkeklerde cinsel performansı artırıyormuş, deyip Nuri’yi oraya getirmiş. Sen konuşmaya başlamadan önce çoktan vurdurmuştu Nuri. Haaa! dedim… zaten gözleri bir tuhaf bakıyordu, nefes alışı da köpeklerinki gibiydi, dedim. Ben, sıcaktan zannettiydim.
Zaten bir de, yeni karısı boyunluk takmış gibi geziyor, gözleri pörtlemiş pörtlemiş… tatminsizlikten yani. Ömrü bir tophane berduşu çavuşun peşinde geçmiş Nuri. Hiçbir akrabası bu Nuri’yi sevmiyor, konuşmuyor, isimlerine leke gelmesin diye.
Yav boş ver Halil. Herkesin bildiği şeyler işte!.. Sahi sen yoktun! Nerelerdeydin? Bak ben geçen hafta Ankara’ya gittim. Orada da yoktun. Gerçi aklıma da gelmedin. Zaten soğuktu, arkayı üşütmüşüz, bir de seni mi aklıma getireydim zaten.
Başka işlerim vardı, dedi Halil. Siyaset gündemini takip ediyorum, seçim atmosferinde, dedi Halil.
Ee! Ne görüyorsun peki? dedim.
Valla, dedi, bunların dönemi gibi, hırsızın dolandırıcının tecavüzcünün kara paracının sahte diplomalının uyuşturucu satıcısının fuhuşçunun…. göğsünü gere gere gezdiği bir dönem olmamıştı hiç, dedi Halil. Hem çoğaldığı hem çeşitlendiği hem kadrolaştığı hem saklanmadığı… bu bir kıyamet olsa gerek, hiçbir şeyin gizli kalmadığı… Ananın oğlunu tanımadığı…
Seçim günü bunlar çok değil, çok çok çirkinleşecekler. O kesin.
Önemli olan bir şey var: Bu H.C. vatandaşlarının (H.C.= Hırsızlar Cumhuriyeti) bu ülkeye verdikleri zararı nasıl düzelteceğimiz?.. Maddi olan geri alınır da, ya insan tahribatı ne olacak? Onu nasıl düzelteceğiz?…
Doğru… maddi olan, geri alınır. İnsanı nasıl düzelteceğiz?.. Umutlu olmak lazım. 65 milyon seçmen var. Bunun 30 milyonu şerefsiz desek… ama 35 milyon şerefli insan var. Var gerçekten. “Bardağın yarısından fazlası dolu.”
Bi dakka bir dakka dedi Halil. Ne oldu? dedim. Kurtuluş caddesinden inerken, bir de müftülüğün sokağından-caminin yanından geçiyordun… Karşıdan müptezel Mürsel geliyordu. Ayak üstü onla da konuştun. Namaza başladığını söylemişti. Bu yazıda onu neden anlatmadın? dedi Halil.
Yav Halil, o müptezelin uyuşturucu işleri, fuhuş işleri bu yazıya sığmaz, o yüzden başka bir yazıda anlataceğik. Müptezel Mürsel. Saçlarını boyatmıyor artık, sevimli dindar kılığına bürünmüş… başına geleceklerden habersiz…
Sonra camiye gitti. Allah’la ne konuşuyor acaba?..