3-4 gündür nefes almakta zorlanıyordum. Oturmak bile hayretmiyordu. Yani, diyordum ki; biraz oturayım, bari. Herhalde, bir şekilde, zorladım kendimi. İşte; bu oturuşların birinde, iki adım yanımızda arabalar park etmişti, yağmur attırmaya başlayınca arabaların kaportalarındaki yoğun toz da belli olmaya başlamıştı. Nefesi zorlaştıran buydu.
Allahtan ki buralar biraz esiyor da, normalde olabileceğinden daha az toz yutuyoruz. Fakat yine de kim bilir kaç kilo toz yuttuk.
İki tanıdık oturdu masaya. Laflamaya başladık. Konu bir yerde, Adem denen bir “ibrikçi”den açıldı. Bir dil kursunda peşime takıldıydı. Lan, dedim, ne defter ne kitap ne kalem! Bu nasıl öğrenciydi. Adamı püskül diye peşime takmışlardı. Tabii, kurs-ders esnasında-esnalarında o sınıftayken; yukarıda, Anadolu caddesinde kirada kaldığım evime de gizli gizli birileri girip çıkıyordu.
Bir ara, bu bizim tacizden atılan Mustafa da takıldıydı kursa. Onun derdi karı kız bulmaktı. Bir iki takıldıydı, sonra bir daha gelmediydi. Sonra, Zeynep diye bir atanamamış genç öğretmen dil öğrenmeye erkek kardeşiyle gelmişti. Birkaç ders, benim sapık olup olmadığımı anlamaya çalışmıştı.
İyi ki demiştim, içimden, bu sapık Mustafa’ya denk gelmediler.
Kursa ilk kayıt olurken elimde Raymond Carver’in öykülerinin olduğu bir kitapla gitmiştim. İngilizce öyküler vardı. Sonra da birkaç kez götürmüştüm kitabı. Öykülerin Türkçe asıllarını biliyordum fakat Amerikan basım İngilizce öykü kitabı beni daha çok motive ediyordu. İşin aslı şuydu: Raymond’un öykülerini çok seviyordum. Hatta, diyordum şu zamanda yaşasa bir şekilde yanına bile giderdim. Öleli çok olduğu için, sanki onunla gidiyormuş gibi oluyordum kursa.
Tanıyorum onu, dedi Halil. Amerikalıların da halilülasyonları oluyor mu? dedim. Oluyor tabii, dedi Halil.
Bir gülesim geldi. Gülmedim. Şimdi bir Amerikalıyı buraya ışınlasak, fakat halilülasyonlu bir Amerikalı. Acaba adı ne olurdu. Bob. Bobisilitiotion.
Kök isme göre değişir, dedi Halil.
Raymond’un öykülerinde, sanki bir kamera sabittir. Gelip geçenler olur. Öyle hissedilir yani. Ama, sanki kamera için, bir anlık da olsa görünmek için orada gibidirler. Hatta, gepgerçek dediğim bir şiirinde, son eşi(Tess Gallagher) için yazdığı bir şiirde, Raymond’un o kamerasını fark etmiştim. Hep gri çekiyordu. Daha doğrusu, siyah beyaz mı denir…
İkisi de henüz yaşıyordu. Karısı, güllerin bakımını yapıyor, aşağıda bahçede. Raymond da ona bakıyor yukarı kattan. “Hiç bu kadar yalnız görmedim onu,” diye bir mısrası var şiirin.
İnsanlar da toza benzer, dedi Halil. Nefes anlamında, yani. Nasıl yani?.. dedim. Ciğerine dolar nefes aldırmazlar, dedi.
Toz, dediğim; kulağından girer, beynine doluşur, sonra her yere.
Raymond’la ne ilgisi var bunun?.. dedim. İki adım ötedeki arabalarını gösterdi. Yağmur hafiften atıştırmaya başlayınca benek benek olan kaportalar… dedi. Kirli ve gerçek. İnsanlar, gelip geçmeye devam ederler.