Epeyi bir zaman öncesine kadar, roman yazmanın ne anlama geleceği konusunda düşünüyordum.
Ama aslında çoğunlukla, teknik olarak bakmaya çalışıyordum. Nasıl yazılır? Zaman içerisinde
teknik ile ilgili kafamda bir şematik oluştuydu.
Merkezi kahraman, yan kahramanlar, üverturler, ara sıcaklar… Bunlar insanlar.
Mekanlar; bir iki şehir, bir iki ev…
Olaylar… En az 2 esaslı olay, 5-6 yan olay, final olayı.
Zaman düzlemi… 1 yıl. Yani olaylar, falanlar filanlar, 1 yıl içerisinde gerçekleşecekti.
Sana yardımcı olabilirim, dedi Halil İncir ağacına çıkmıştı bu sefer. Ses yukarıdan gelmişti.
Şaşırmamıştım. Ses yukarıdan gelir fakat soldan çıkabilme olanağı var, Halil’in.
Parmaları yapış yapış, yanağına biraz incir içi bulaşmış, şap şap şap diye yalanarak
haklıyordu bir inciri.
Sen yaz, ben şu birkaç inciri daha haklayayım, sana bir örnek taslak verebilirim, dedi Halil.
–
Vereceği örnek taslağı biraz beklemeye başlayıp düşünmeye devam ettim.
İletişim olanaklarının çokluğunun, ortaya bir eser çıkarmak için şartları sağlaması biraz zordur.
Yani, bir eser; herhangi bir sahadaki eserin eser oluşu, bakış, algılayış, içselleştiriş… ve sonraki, insandaki akisi,
tesiri ve dışarıya – ve ya kendine yansıtışı -… işte bunların bir bütünü; dışarıdan bakan zahiri üçüncü bir gözde oluşturduğu
bütünlük. Sessizce ortak bir kanıya varılması ile olur, eser.
Ürün ve eser. İki farklı şey. Ürün-ler de işe yarar şeyler olabilir. Eser, kendine eser dedirtmeli midir?
Zamana da bırakmak gerekir bazen. Bu gün ürün, yarın eser olabilir. Hiç değilse, elinden çıkanın elinin farklılığından, anlık da olsa eserdir.
Şu birkaç satırdır dediğim şeyleri illa roman-eseri olarak düşünmedim.
İnsanın zaman zaman, belki bir krize girer gibi algılama patlaması yaşamasıyla, kendini gerçekleştirmesine de eser denebilir.
İnsanın kendine iyi gelecek bir şey… veya başka birine iyi gelecek bir bilinçli-iyilikte olması da pekala bir eser sayılabilir.
Ortak bilince üretilen bir eser ortaya konduğunda, eserin tekil imge yayımının tekilliğini algılayabiliriz. Tek-lik.
Kendi orijinal bilincimize varmamız da, tek kişinin-kendimizin- algılaması bakımından, bir eser olabilir.
Roman’a geri dönelim…
Arabesk zamanları hatırlarız hepimiz. 80’ler, 90’lar… Bu arabesk sektörü, bilinçli bir şekilde oluşturulmuş bir sektördür.
Merkezi öğesi arabesk şarkılar olan arabesk dönem, elbette yan-bitişik öğelerle güçlendirilmiş bir dönemdi.
Arabesk filmler, arabesk kartpostallar, arabesk saçlar, arabesk sevişler, arabesk falanlar filanlar.
Projeydi yani bu dönem.
Bu arabesk ağına düşmeyecek kadar arabesk olmayanlara ise biraz pop-up yaşam olanakları filanlar.
Arabesk olmak, bilinç seviyesi ile ilgili bir şeydi yani. Ferdi Tayfur nasıl seviyorsa sokaktaki insanlar da öyle sevmeliydi.
Normal acılı veya daha acılı arabeskten bir yerlere geçiş de olmalıydı, taşmalardan dolayı. Porno sektörünün patlatılması da
bu dönemdir.
Dinci cemaatlerin patlaması da bu dönemdir. Ki; yukarıda bahsettiğim ortam türüne de bulaşmayanları uyuşturmak için
dinci cemaatler de bu dönem patlatıldı. Köklerinin daha eski olduğu söylenebilir elbette.
Uzatmadan; bir, ortak ama zamk gibi birbirine yapıştırılan bilinçlerin ortamıydı o dönemler. Kişi, nasıl dönüp de baksın
kendi bilincine, kendi varoluşuna.
Kendine bakabildiği zaman, içinde olduğu sisteme de bakmak demekti, bu. O dönemler, işte, bunun oldurulmadığı dönemlerdi.
Pek çok öğe-bileşen de sayılabilir tabii. Bruce Lee de eklenebilir, dedektiflik romanları da eklenebilir, Amerikan filmleri de eklenebilir,
kungfu filmleri de eklenebilir, cinsel mecmualar da eklenebilir, kırmızı noktalar da eklenebilir…
Üst sistem, toplumu veya toplum kesimlerini çok detaylı gözleyerek bu tüketim ve tükenim ürünlerini sana sunuyordu tabii.
İnsana sunmak… İnsan tüketir…tamam. Tükenimi kim yaşıyordu aynı zamanda.
Al, tüket. Al, tüken. Hatta, aynıdır çoğu yerde bunlar.
…
Yani o dönemler veya şimdiki dönemler…veya çok daha eski dönemler… veya gelecek dönemler.
Ortak bir kavram var. Bütünleşmiş, zamklanmış bilinçler. Zamklanmadan da bütünleşme mümkündür diyeceğim ama
ilk önce ayrık durmayı bilebilenin de pekala insan olabilmesi açısından baktığımızda; ayrıklık, başka bir bütüncüllüğün sağlam
temeli de olabilir demek istiyorum.
Bir roman, ilk önce çatlatabilmelidir kurumuş ve taşlaşmış zamklı bilinç sistemini.
Bu zamk, haz salgılarından oluşan da bir zamk olduğundan; insanı da bilinç-altı hazdan ayırmak
oldukça zor olduğundan; zor olanı denemek bile bir eser hakkında fikir verebilir ardışıl romanlara.
Yoksa yani! Anlat anlat geç! Yapay Zeka bile bir sürü roman yazabilir. Yapay Zeka bunalıma giremez, kendiyle çatışamaz.
Yapay Zekanın yazdığı bir roman, basit insan zekasının algılayabileceği çatışıklıklı içerikten de oluşamaz.
Roman’ın bir ürün mü olacağı yoksa bir eser mi olacağı konusu önemli bir konu yani.
…
Halil, ellerini yıkamış karşımda durmuştu. Bir roman taslağından bahsetmişti. Roman konusu yani.
Anlattı, anlattı, anlattı…
Serkan diye birinden bahsetti. Roman baş kahramanı yani. Olayın başlangıcı Ankara. Bir genelevde başlıyor.
Bir polis, genelev nöbeti görevindeyken çalışan kadınlardan birine aşık oluyor. Bu kadının bir de çocuğu var.
Çocuğun adı Serkan.
Adam, birkaç ay bir hırgürden sonra nikah yapıyor. Kısa bir dönem huzurlu yaşamdan sonra, Serkan’ın esas babası ortaya çıkıyor.
Kavga dövüş derken adam da ölüyor, kadında. Küçük Serkan(8) bir devlet yurduna veriliyor.
Fakat, Serkan’ın amcası
vicdan yapıp Küçük Serkan’ı yanına alıyor. Yenge hanım memnuniyetsiz tabii. Amcasının iki oğlu da aynı kanaatte.
Serkan’a işkenceler yapıyorlar. Mahalle de adını çıkarttırıyorlar. Acıların o çocuğu gibi.
İşkenceler sırasında, Serkan’ın sol bacağı sakatlanıyor. Arkadaşları topal topal diye de alay ediyorlar Serkan’la. Serkan evden kaçıyor.
Tinercilerle bir yaşamaya başlıyor başka bir şehirde.
Fakat orada da başka mahallenin tinercileri aylarca tacavüz ediyorlar Serkan’a.
Psikolojik ikilemler yaşıyor. Eski hayatına dönmektense tecavüze ses çıkarmıyor. Hatta hoşuna bile gidiyor.
Bir süre sonra, gördüğü travestilere özeniyor. Tanışıyor birkaçıyla. O da travesti oluyor. Kendi adını Süheyla koyuyor.
Fettan şuh alımlı vamp bir kadından aşağı kalır yanı kalmıyor eski Serkan yeni Süheyla’nın.
Zengin bir adamla tanışıyor. Adam bir süre sonra onunla evlenmeyi teklif ediyor. “Gayri resmi” bu teklife evet diyor.
Zengin adam, bir teknoloji şirketi sahibi. Bilgisayar ve yapay zeka üzerine. Sibernetik dokularla da ilgili tabii.
Adamın şirketi Elon Musk ile anlaşma yapıyor. Amerika’ya gidiyorlar.
Tesla şirketinde bir çalışana aşık oluyor Süheyla(Serkan). Adamın adı Cengiz. Fakat, ilk önce tam bir hormon tedavisiyle filan
iyice kadına dönüyor.
Cengiz, birtakım gizli sırlara sahip. Aslında çoktan Mars’ta ve birkaç gezegende daha güzel yaşam alanları kurmuşlar itneler.
İlişkileri iyice ilerleyen Cenciz ve Süheyla(Serkan), bir gün gizlice uzay gemilerinden biriyle Mars’a kaçıyorlar.
Mars, bildiğimiz Mars değil tabii. Uzaylılar var. Ve uzaylıların Star-Gate dedikleri zaman-mekan atlatma makineleri var.
Zaten dünyadaki kocasının ve Elon Musk’ın da peşlerine düştüğünü öğrenen aşık çift bir plan yapıyorlar.
Uzaylılardan birkaçına rüşvet verip(kedi boku) Star-Gate ile sadece kendilerinin bileceği bir gezegene ışınlatıyorlar kendilerini.
Cengiz de bilişimci ya! Star-Gate kodlarını çok evvelinde değiştirmiş Cengiz. İki aşığı bilinmez bir gezegene fırlatan Star-Gate
bu işi yaptıktan hemen sonra tüm Mars uzaylılarını da Dünya’ya ışın-posta yoluyla göndermiş.
Dünya Marslıların işgaline uğramış. Yakıp yıkmışlar Dünya’yı. Cengiz, Dünya’nın uydusu Ay’a da gözlem cihazı yerleştirmiş çoktan.
Yeni vardıkları gezegende, yeni yaşam alanlarında vardıklarında, bir akşam üstü oturup, uzay pizzası yerlerken
televizyondan Dünya’nın yanışını izlemişler. Süheyla(Serkan)’nın ruhu huzur bulmuş.
…
Halil’i takdir ettim. Birkaç dönemli bir romanda insan bilincini-varediş savaşını projekte etmiş. Bilimsel, kurgusal, psikolojik,
dramatik… Önemsenmeyen, aşağılanan bir insanın dünyayı nasıl değiştirebileceğine ilişkin bir bakış. Fakat insanın, önce kendi dünyasını bulmasına
dikkat çekmesi bakımından; dikkat çekici bir irdeleyiş ve sarsış süreci oluşturmuş…