Geçtiğimiz Cuma akşamı Mecidiyeköy’de bir ‘rezilans’ inşaatında yaşanan asansör kazasında on kişi hayatını kaybetti. Öncelikle hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Hadisenin uzağında geride kalan etkisiz tepki sahiplerini de Allah ıslah etsin.
Büyüme konusunda ülke olarak tarih yazdığımız(!) tartışılmaz bir gerçek. Vaktiyle bu yoldan geçen ve çoktandır gelişmişler liginde yerini almış olan ülkeler, büyüdükçe her konuda düzene girdiler. Büyüdükçe, insan hatalarından, tedbirsizlikten, kurallara uymamaktan kaynaklanan tatsız olayları ya önlediler ya da asgariye indirdiler. Kurallar yetersiz ise yeni kurallar getirdiler ve bunların doğru sonuç verip vermediğini sık sık gözden geçirerek gerekiyorsa iyileştirme yoluna gittiler.
Oysa biz nüfus olarak, ekonomik ölçek olarak, okur yazar oranı, görünüşte vasıflı insan sayısı v.s. bakımından her geçen gün daha iyi noktalara doğru giderken; insan hayatını, toplum düzenini vesaireyi birinci elden ilgilendiren ömür törpüsü konularda hala mahalle liginde top koşturan kötü bir örnek olarak tarihe geçiyoruz. Eğer büyümekten anladığımız bu ise diyecek birşey yok.
Fert veya toplum olarak geleceğe ilişkin rüyalar görmek, hayal kurmak, iddia sahibi olmak ve geleceği kurgulamak kendi başına kötü birşey değil; fakat bu yolların sonunun hüsrana çıkmaması için yapılması ve yapılmaması gereken şeyler var. Onları yapmaya yanaşmadığınız takdirde tahterevallinin sizin oturduğunuz kolu bir türlü yerden kalkamaz. Bu son hadisede olan da budur; otuzikinci kattan yere çakılan, -farkında olan için- aslında rüyalarımız ve büyüklük iddialarımızla hepimizdik. Hem de kaçıncı defa!.
Çoğu zaman küçük ama müzmin yanlışlarımıza, ihmallerimize dikkat çekiyorum. Biliyorum ki pekçok kişi, büyük adımlar atmaya yeltendiğimizde ayağımıza dolanan ve bizi tökezleten durumlarla bu küçük arızalar arasında illiyet bağı kuramıyor. Oysa kazın ayağı hiç öyle değil.
Öte yandan kağıt üzerindeki mevzuatın herşeyi halletmesini beklemek gibi bir garabeti sergilemekten bir türlü vazgeçemedik. Mesela, yapı denetim mekanizması getirdik; n’oldu, herşey yolunda mı? Mesela,uzun yıllar süren keşmekeşten sonra oldukça iyi sayılabilecek bir yangın yönetmeliğini hazırlayıp yürürlüğe koyduk, projelerde ve yapılarda gerektiği gibi uygulandığından emin olan var mı?! Mesela, birtakım ‘rezilans’lara postacılar tarafından henüz “iş güvenliği” mevzuatı tebliğ edilemedi mi?!
Zor, çok zor!. İstediğimiz kadar mevzuat değiştirip yenileyelim, bu kafayı değiştirmeden kalıcı bir iyileşme beklemek çok zor. Neyi ne için istediğimizi hangi akılla istediğimizi ben anlayamıyorum. “Anı yaşa!”rüzgarına fazla kapılmışız herhalde ki burnumuzun bir karış ötesini ne görüyoruz, ne hesaba katıyoruz.
Bahse konu hadisenin hemen akabinde sosyal medyaya göz attığımda “kahrolsun müteahhit!” ve “yerin dibine batsın gökdelenleriniz!” nidaları ortalığı sarmıştı. Buna mukabil mesela, “bundan böyle beş kattan daha yüksek binada oturmayacağım!” diyen kimseye rastlamadım. Ee, kusura bakma, o heyûlaları yapanlar kendisi için yapmıyor; sen, ben oralara rağbet göstermesek kime satacaklar! Sıcağı sıcağına öfkemizi ifade etmekle problemin çözüleceğini mi sanıyoruz. (Hani hep silûet bozulmasından şikayet ediyoruz ya!)
Bu tip vakalarda her ne kadar zanlı/suçlu ilan edildiğinde ‘oh be!’ deyip rahatlıyor olsak da hemen hiçbirimiz sorumluluğa az veya çok ortak olduğumuz gerçeğinden kaçamayız.
Şunu da belirteyim; kazanın yaşandığı inşaatta peşinen kimseyi suçluyor değilim. Soruşturma sonucunda hadisenin içyüzü belki(!) açığa çıkar. Ama şundan eminim; biz bu kafada gittiğimiz sürece hiç şüpheniz olmasın ne kadar büyürsek böyle acı yüzleşmelerle o kadar çok karşılaşacağız.
Buna benzer her hadisede; yaya üst geçidinin beton kaplamasının birkaç yılda niye bozulduğunu dert etmiyorsak, trafikte kırmızı ışıkta durmamakla bu olanlar arasında bağ kuramıyorsak bizim için ağlayan göze yazık!..