1/2
Memletimden İnsan Manzaraları 499
HAKSIZA YOL VEREN SENSİN,
YOK MU SUÇUN BUNDA SENİN?
19. yüzyıl bitmek üzeredir. 20. yüzyılın başlamasına 6 yıl kalmıştır sadece. Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde bir bebek dünyaya gelir. Neden bilmem, Veysel koyarlar adını. Veysel sözcüğü kurt demekmiş ama tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi bizde de “Tanrı’ya ve peygambere kayıtsız şartsız teslim olmuş kişi” anlamında kullanılırmış.
Dünyaya gelen her çocuk gibi, Veysel de büyümeye başlar. Ancak yedi yaşına geldiğinde çiçek hastalığı nedeniyle iki güzü de kör olur. Yıllar sonra yazdığı bir şiirde şöyle anlatır bunu:
Genç yaşımda felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kayıp ettim baharımı, yazımı.
Başımıza gelen tüm kötülüklerin tek sorumlusu olarak “felek”i gösteririz hep. İyi de felek dediğimiz şey nedir? İn midir, cin midir? Sözlükler feleği genellikle kader, yazgı, alın yazısı olarak açıklıyor. Nitekim ozanımız Âşık Veysel de yukarıda ilk dörtlüğünü okuduğunuz şiirinde şöyle der:
Üç yüz onda gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadım ben kana kana
Kader böyle imiş çiçek bahane
Levh-i kalem böyle yazmış yazımı.
O “felek” denen bilinmez gücün, bu yedi yaşındaki suçsuz günahsız çocuğa düşmanlığı nerden ileri geliyor ki, çiçek hastalığını bahane edip iki gözünü birden kör ediyor; acımadan?
Bu dörtlükte geçen “üç yüz on” sözü, o günlerde kullanılan hicri takvimin 1310 yılıdır ki, bugün kullandığımız miladi takvime göre yaklaşık 1894 oluyor. Sevgili ozanımızla, 1940’lı yıllarda saz öğretmeni olarak görev yaptığı Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret ettiği 1965’te tanışıp konuşmuştum. Ne yazık ki o ziyaretinde sahnede saz çaldırıp türkü de söyletmeyi düşünememiştik, öğrencilerimizle tanıştırıp konuşturmayı da… Niçin korkmuştu acaba, yöneticilerimiz?
!964-1965 ders yılı başladıktan iki ay sonra atanmıştım; Hasanoğlan’a. Henüz pek yeniydim; bu eğitim yuvasında. Düşünemedim nedense, ünlü halk ozanımızın koluna girip bir dersime götürmeyi. Ne iyi olurdu oysa, gün boyu dersine girdiğim her sınıfa götürebilseydim, Âşık Veysel’i! Öğrenciler ona bir şeyler sorsa; o, öğrencilere bir şeyler anlatsa, benim vereceğim dersten en az on kat fazla yararlı olmaz mıydı? Bu hatamdan dolayı bağışlamadım; kendimi hiç. Aklıma geldikçe, ince bir sızı geçer; yüreğimden hep.
Üstteki dörtlükte geçen “levh-i kalem” sözü de dinsel inanışa göre doğmadan önce tanrısal güç tarafından her insanın alnına yazılan kader anlamına geliyor ki, kabul etmem ben bunu. Gerçek öyle olsa beyne, akla, zekâya, bilgiye, düşünme yeteneğine ne gerek vardı?
2/2
-2-
Her insan gibi Veysel de kendini teselli etmek için “kader, felek, levh-i kalem” der de gerçekte inanmaz böyle şeylere. Nerden mi biliyorum; inanmadığını? İnansa, Tanrı’ya şöyle seslenir miydi?
Âdem’i kovdun, bakmadın
Cennette de bırakmadın
Şeytanı niçin yakmadın
Cehennemin var da senin?
Değerli ozanımızın anıt şiirlerinden biri de Kara Toprak’tır. Doğrusu ya bu şiiri nasıl düşünüp nasıl yazdığını kendi ağzından dinlemeyi çok isterdim. O fırsat elime bir kez geçti ama kullanamadım. Çünkü 1965’te tanıştığımda 71 yaşındaydı o ama ben henüz 23 yaşında toy bir delikanlıydım. Ve itiraf edeyim ki, bu seçkin ozanımızı yeterince tanımıyordum; ne yazık ki! Niçin mi? Öğrencilik yıllarında okuduğum ders kitaplarında da yoktu; adı ve şiirleri ve henüz üç yıllık öğretmenlik yıllarımda okutmak zorunda oluğum ders kitaplarında da… Ayrıca bu halk ozanımızı anlatan bir kitap da görüp okumamıştım; dört dörtlük bir araştırma yazısı ve makale de…
Yani ki bilmiyordum; Âşık Veysel’in özgür düşünceli ve şiirlerinde halk dilini çok iyi kullanan bir ozan olduğunu. Yine de kulak dolgunluğuyla kendisine duyduğum sevgiden dolayı elini öperek saygılarımı sunmuştum. Şiirlerini okudukça onun gerçekten çok değerli bir insan ve seçkin bir ozan olduğu yargısı yerleşti belleğimde.
Birçoğumuzun korkumuzdan adının önüne ve arkasına bir sürü yapay saygı sözcükleri eklediğimiz Tanrı’dan korkmaz o. Aksine sever ama gerektiğinde sorguya da çeker. “Şeytanı niçin yakmadın?” diye sorduğu gibi şunu da sorar;
Bu âlemi gören sensin
Yok gözünde perde senin
Haksıza yol veren sensin
Yok mu suçun bunda senin?
Siz bugün, tartaklanıp tutuklanmayı ve dahi hapse girmeyi göze almadan herhangi bir devlet görevlisine, hele hele bir iktidar partisi liderine böyle bir soru sorabilir misiniz?
Bu söyleşimizi ozanımızın 44 dizeden oluşan anıt şiiri Kara Toprak’tan üç dörtlükle bitirelim:
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhûde dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır.
…..
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülinen
Benim sâdık yârim kara topraktır.
…..
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sâdık yârim kara topraktır.
…..
1973’te kavuşmuştun; sâdık yârine. Onun kucağında ışıklar içinde uyu; sevgili ozanımız!
Hüseyin ERKAN