Türkiye’nin onuru… Gururu…Umudu… Yarınlarına güveni… Korkulara seti… Karalamaların akı… Yakıştırılmaların umursamazı…
Ve gerçeğin ta kendisi Ekrem İMAMOĞLU nokta.
İşte; gerçeklerin balçıkla sıvanmazı bu olsa gerek.
“Yok artık” dedirten bu olsa gerek.
Burnundan kıl aldırmayanların, halkına yüksekten bakanların, “ben neymişim meğer” diyenlere, “o kadar da değilmiş” demek böyle imiş meğer.
Daha neler neler…
Tehditler… Parmak sallamalar… Hane hane girip, alakasız sual ve sorgularla sindirmeler, yıldırmalar… Gerçeği saklamalar… Örtbas etmeler… Yokmuş gibi davranmalar… Fakirlikle, yoksullukla, zar zor geçinenlere çay – simit hesabıyla tasarruf bile edilebilirliği (!) utanmadan, sıkılmadan anlatmalar…
Buraya kadarmış.
Hiç çalışmadan, emek harcamadan, ter akıtmadan, elini kolunu sallayarak maaş verenler ve verilenler mi dersiniz.
Kendi siyasi görüşünde olan ve onların da içinde kalbur üstü olanlara tanınan ahlaksızca ücretler mi dersiniz.
İstanbul belediyesi personeli olmadıkları halde altlarına tahsis edilen araçlar mı dersiniz.
İstanbul belediyesinin mal varlığı olduğu halde başka kurum, vakıf, dernek, klüp, hatta özel kişilere tahsis edilen araç ve gereçler mi dersiniz.
İSLAMBOL’a yakışmayan, olmaması gereken amma İSRAFBOL’da dünya birincisi olan bir vurdumduymazlık mı dersiniz.
Fakirin fukaranın boğazından kesip, eğitiminden kesip, sağlığından, alın terinden alıp, İslama, Müslümanlığa, insanlığa yakışmayan, gereği yokken şaşaya ve gösterişe harcamak mı dersiniz.
Namaza onlarca, yüzlerce araçlarla giderken, kibirle, gururla, aldatmakla eş anlamlı, hakkını yediklerine el sallamak, sırıtmak, onları enayi yerine koymak mı dersiniz.
Yıkıldı bir bir kaleler …
Kırıldı bir bir kadehler…
Yırtıldı bir bir çelikten perdeler…
Açığa çıktı bir bir avret yerleri ayıbın, edebin yoksunları…
Benim vatandaşım açlıkla, yoksullukla, eğitim ve sağlıkla ölümüne bir savaş verirken; ayrıcalıklarla bezenmiş bir avuç insanın huzur ve refahı yıkıldı bir bir.
Mültecisine tanınan hak ve hürriyetlerin, kendi öz evlatlarına tanınmadığı bir anlayışın doğurduğu görüş ve düşüncelerin yıkılışı oldu bir bir.
Ani bir olay mıydı bu?
Tabii ki hayır.
Ağır aksak birikimlerin, Parlamenter sistemin kendini fesh etmesiyle birlikte hızlanması ve huzursuzluğun, baskıların, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, haksızlıkların artmasıyla tavan yapmasının sonucuydu bu.
Evet mazbatası elinden alınan bir seçilmiş kişiye bile tahammülün olmaması…
13 bin 900 oyun vicdanları rahatlatmadığını, yeni bir seçime gidilmesi gerektiğinin dayatılması…
Öz be öz Türk evladını, icraatlarıyla, çalışkanlığıyla, gençliğiyle, terbiyesiyle, ahlakıyla, edebiyle, iş bilirliğiyle, aile yapısıyla, öne çıkmasını kaldıramayıp; Pontus, Rum, ermeni vs. yalan ve yakıştırmaları ile yapılan karalama kampanyasının ise bardağı taşıran son damla olması.
Sözün Özü!
Yeter mi?
Yetmez.
Say say bitmez…
Yaz yaz yetmez…
Atatürk’e saygısızlık.
İslam’a hakaret.
Allah’ın ayetleriyle dalga geçmek, tiye almak.
Milleti trene bakan öküze benzetmek.
Türk aile yapısına hakaret.
Çocuk ve kadına şiddeti gizliden gizliye işleyen sahtekar dincilerin türemesi.
Kız çocuğu baba ilişkisini (baba-kız) cinsel içerik kazandırmak.
Ölen eşle cinsel ilişkinin olabilirliğini dile getirmek.
CHP gibi köklü, Türkiye’nin kurucu partisi liderini şehit cenazelerine katılmaktan men etmek, engellemek, linç edilmesine seyirci kalmak, umursamamak.
Eğitimde ve yaşamda geri adım atmak, Osmanlı kılık ve kıyafetine sarılmak.
Daha neler neler…
Allah işte bu musibeti verdi.
Umarım devamı gelecektir. Partili Cumhurbaşkanlığının büyük zararları görülmeden, dönüş sağlanacak ve Parlamenter sisteme tekrar dönülecektir.
Kutluyorum Ekrem İMAMOĞLU’nu. Hayırlara vesile olacağına inanıyorum.
Herşey çok güzel olacak.
Mart’ın sonu bahar idi, yaz çok daha güzel olacak.
Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY