Gün/aydın dostlarım…
Özlemeyi biliyorsan tebessüm et. Beklemeyi biliyorsan sabret… Sevmeyi biliyorsan… Kollarını aç___________________ Sevgiye başlangıcım ben…
HAK VE ADALET!..
Hak ve adalet üzerine çok şeyler yazılmış, çok kitaplar çıkartılmıştır dostlarım.
Sizler gibi bende bu konularla da ilgili kitaplar ve makaleler okurum.
Özellikle bir yerlerde adaletsizlik gördüğüm, duyduğum zaman -ki bu günlerde bol bol var yazılı ve görsel basını okuyanlar, izleyenler, takip edenler bilir- o gece muhakkak kendimi sorgulamak için bu konuda bir makale veya bir yazı, kitap okurum.
Son zamanlarda bu hak ve adaletsizliği çok görür olduk, çokça da gözümüze çarpar oldu. Gözümüze gözümüze soka soka, bir çok adaletsizlikleri yaparlar oldular sınıflar arasında…
Dedim ki kendi kendime şu adalet deneni kelimeyi okuduklarından, duyduklarından, aklında olanları bir toplarla, birazda Google amcaya danış, araştırır ve dostlarına, sayfa arkadaşlarına, takipcilerine takdim et. Onlarında bu konuda diyecekleri elbet vardır dedim. Birde hatırlatma olur… Eh okursunuz bu ADALET konusunu, sanıyorum birkaç söyleyeceğinizde vardır sanıyorum kanımca…
Haydi dostlar bu kadar girizgah yeter konuya girelim…
Önce şuna bakalım “TDK” na göre “ADALET” ne demek…
– Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe
– Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme
– Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları
– Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk
Sanırım bir çoğunuz mahkeme salonuna gitmiş yada Tv. izlemişsinizdir. Hakimlerin oturduğu kürsünün arkasında duvarda şu yazar: “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR.” Bu sözü görmeyen duymayan kimse yoktur… Bu söz Hz. Ömer’e aittir. Adalet mülkün temelidir sözü ile anlatılmak istenen bir devletin veya düzenin esası adalettir. Bir ülkeyi, Türkiye Cumhuriyetini, hangi kademede olursa olsun yönetenler ve dahi halk Hz. Ömer’in yolunda, Atatürkün izinde hür ve eşit bir toplum için her daim adaleti savunmalılardır nokta…
ADALET; İslâm’ın çok önem verdiği konulardan birisidir. “Hakkı teslim etmek ve kim olursa olsun eşit muamelede bulunmak” manasına gelir…
Victor Hugo’nun çok sevdiğim bir sözü var: “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” diyor. Doğru bir söz gerçekten, ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim; burada iyi olmakla kastedilen “toplum nazarında iyi kabul edilmek” olmalı… Yoksa adil olmayan bir iyiliğin gerçekte iyilik olduğunu söyleyemeyiz.
İyi olmak ya da toplum nazarında iyi kabul edilmek kolaydır elbette. Hiçbir risk almayı gerektirmez. Bir iki güler yüz ya da gözyaşı, karşındakini takdir etmek ya da popülist davranarak kalabalıkların hoşuna gidecek söylem ve eylemlerde bulunmak yeterlidir. Doğru olmak ön şart değildir çoğu zaman çünkü insanların “iyi” kriterleri arasında doğruluk genellikle alt sıralardadır.
Öyle kavramlar vardır ki, çok sık kullanmamıza rağmen tek bir kelime hatta cümle ile anlamını bulmakta güçlük çekeriz. Gerek konusu gerekse yaşamımızdaki uygulama alanı ile bu güçlüğü en çok hissettiğimiz kavramlardan biri de “Adalet” olsa gerek.
Tarifinin güçlüğüne rağmen hiç şüphe yok ki, önce adalet ile “HAK” ve “HAKLILIK”ın bir arada kullanıldığını hepimiz biliyoruz.
Adalet için, hakkın gözetilmesi, haklı ile haksızın ayırt edilmesi diyebiliriz. Bir hakkın yerine getirilmesi de adalettir. Adalet, önce hukuk kurallarına uygun olmalıdır. Bir devlet içinde yaşayan herkesin, yasalarla sahip olduğu haklarını kullanması da adaletle sağlanır. ‘hak elde etmek’ ya da ‘haksızlığı kabul ettirmek” insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğuna göre adalet, ahlak ve din kurallarıyla da çok yakından ilişkilidir.
Eski çağlardan beri gerek düşünürler, insanlık için söz sahibi bilge kişiler gerekse toplum ve din liderleri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmişler ve değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yunan düşünür Platon’a göre adalet, en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristo’ya göre ise, herkese eşit davranmak hiç de adil değildir.
Çinli düşünür Konfüçyüs “Devletin hazinesi adalettir” derken, büyük Hint lideri ve devlet adamı Gandhi, “Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız,” diye seslenmiştir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır,” demiştir ve çok yakından bildiğimiz “Adalet Mülkün Temelidir” deyişi Hz. Ömer’e aittir. Acımasız orduların kumandanı Timurlenk bile, ”Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir,” derken adeta kazandığı zaferlerin altında yatan gerçeği açıklamıştır.
Adalet ise en başta “doğru” olmayı gerektirir. Gerektiğinde risk almayı hatta doğruluk adına kötü olmayı göze almaktır. En yakınlarının, sevdiklerinin aleyhine; düşmanının lehine karar verebilmektir kimi zaman… Aşağıdaki ayet tam da bu konuyu vurgulamaktadır.
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide suresi, 8. Ayet)
Bu ayeti yorumlarken, dikkate alınması gereken çok önemli bir husus olduğu kanaatindeyim. Ayete göre adaletli olmak “FARZ”dır. Allah, inanan herkese adaletli olmayı “EMRETMİŞTİR.”
Neden bunu vurguluyorum?.. Tabii ki ayet çok net, adaletin bir emir ve farz olduğu da çok açıktır. Ancak bu açıklığı bile göz ardı edecek bir zihniyet içindeyiz çoğumuz. Söz konusu olan kalıplar ve şekiller olduğunda çok katıyız.
Kalıplar konusunda “şu farzdır” dediğimizde sanki ağzımızdan on tane farz çıkar. Çevremize, çocuklarımıza defalarca vurgularız, ezberletiriz. Böyle davrandıkça kendimizi daha imanlı hissederiz, ruhani bir havaya gireriz.
Ancak konu ahlak olduğunda, benzer bir hassasiyet içinde olmayız. Konu kural ve kalıplar olunca olaylara Allah açısından, konu ahlak olunca kendimiz açısından bakarız. Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.
Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur.
Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı gelir vergisi daha adil bir uygulamadır.
18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri adalet kavramını daha dar biçimde tanımladılar. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir. Çünkü hukuk yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa yargıç herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz önünde bulundurmak zorundadır. Böylece genel bir nitelik taşıyan yasanın eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
Günümüzde adalet kavramı sosyal adaleti de kapsamaktadır. Sosyal adalet, ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesini, toplumdaki zayıf ve güçsüzlere devletçe yardım edilmesini içerir. Özelikle ülkemizinde içinde bulunduğu gelişmekte olanan üçüncü dünya ülkelerinde sınıf farkı o kadar bariz hale geldi ve adaleti adaletsizce dağıtır oldu üst tabaka yöneticileri… Ve Buralarda orta sınıf dedikleri insanlar şimdilerde kalmadı bu nedenle… Zengin ve fakir arasında büyük bir uçurum oluştu. Ha! bazıları diyecek ki Allah kimine çok verir, kimine az. Değil, hiçte böyle değil Allah hiç bir zaman kulları arasında merhametsizlik yapmaz ve kullarına gönderdiği hiç bir kutsal kitapta da yazılı değil böyle bir yasa. Bu sadece gözünü mal, mülk, para hırsı bürümüş insanların sözleridir. Yani adil olmayanların…
İşte size bu makalenin konusuyla ilişkili küçük bir hikâye dostlarım…
ADALET DEDİĞİN BÖYLE İŞLEMELİDİR…
Kanada’da ihtiyar bir adam ekmek çalmaktan tutuklanıp mahkemeye sevk edildi.
Yaşlı adam suçunu kabul edip itiraf etti.
Ve yaptığı hatayı şöyle açıkladı:
“Çok acıkmıştım neredeyse açlıktan ölecektim.”
Hâkim şöyle hükmetti:
“Sen hırsızlık yaptığını biliyorsun ve ben senin on dolar tazminat ödemene hükmediyorum.
Bu parayı ödeyemeyeceğini bildiğim için senin yerine ben ödeyeceğim. ”
Duruşma salonunda herkes susmuştu, hâkim cebinden on dolar çıkardı ve ihtiyar adamın tazminatı olarak hazineye götürülmesini istedi.
Ardından ayağa kalktı ve salondakilere hitaben: “Hepiniz suçlusunuz ve her biriniz on dolar ceza ödemelisiniz zira sizler öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki ihtiyar bir adam açlıktan hırsızlık yapmak zorunda kalıyor.”
Duruşma salonunda 480 dolar toplandı ve toplanan parayı hâkim ihtiyar adama verdi.
Ve sözlerine şunu ekledi.
“Eğer medeni insanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilin ki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlar”
Kişinin -başkasına zarar vermeden- hürriyetini tam olarak kullanması ve eşitlik manalarına da gelir. Hem, Adl olan Allah’ın (cc) isminden gelmektedir. Yani bir işinde adaletli davranan aynı zamanda ibadet de ediyor demektir. Hak sahibi, hakkını tam ve noksansız olarak aldı mı, adalet yerine gelmiş olur.
Adalet gerektiren bir yerde ve zamanda zalimin yanını tutmak pek tehlikeli ve yanlış bir tutumdur. Zaten adaletsiz ve zalimane muamele görenlerin zilletle, zalimin de yaptığı zalimlikle izzetiyle bu dünyadan gitmesi bir “adalet-i kübra”nın olduğunu gösterir. Yani zalim ettiğinin karşılığını bulmadan ve mazlum da zalimden alacağını almadan ölmesi o vaziyetin büyüklüğünü, dolayısıyla büyük bir mahkemede hesap görüleceğini gösterir.
ADALET; İslâm’ın çok önem verdiği konulardan birisidir. “Hakkı teslim etmek ve kim olursa olsun eşit muamelede bulunmak” manasına gelir. Peygamberimiz buna çok dikkat eder, “suçu işleyen kızım Fatıma bile olsa cezasını veririm” buyururdu. Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl suresi, ayet 90
Kısaca adalet doğruluktan ayrılmamaktır.
Kanunların herkese eşit uygulanmasıdır.
Aşırılıktan uzak ve dengeli olmaktır.
Herkese hak ettiğini vermektir.
Bir işi yerli yerine koymaktır.
İnsanlar arasında ayrım yapmamaktır.
Okullarımızda, öğretmenlerin de öğrencilerine karşı adaleti hep göz önünde bulundurmaları gerekir. Yaramaz bilinen bir öğrenci, tembel veya derse dikkat etmiyor diye, hak ettiği bir hususta, adaletten ayrılmamak icap eder. Zaten öğretmenlerimiz bunları hep göz önünde bulundururlar. Zalim olarak insanların nefretini kazanmaktansa, adaletli olup insanlık ve tarih boyunca iyi tanınmak daha yeğdir, vesselâm…
İnsan aklının gelişmesi ile bilim ve teknoloji de gelişmiştir. Yaşam biçimi gelişmiş ve zenginleşmiştir. Bunların birleşmesi sonucu özellikle de yirminci asır ile birlikte kullanılmaya başlayan “Sosyal Adalet” kavramı yaşamımıza girmiştir. Sosyal adalet, insanların çalışması, bilgisi, kabiliyeti ve gördükleri iş oranında ve derecesinde haklarını almalarını anlatır. Hiç kimsenin ezilmesine ve sömürülmesine izin vermez. Zayıfların ve güçsüzlerin korunmasını, kollanmasını ön görür.
Sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan da “Sosyal Devlet” tir. Sosyal devlet, milli geliri en adil şekilde dağıtmayı sağlar. Toplum içindeki sınıf farklılıklarını kaldırır, düşmanlıkları sona erdirir. Sosyal adaleti tam olarak yerleştirebilmiş toplumlarda da insanlar, günlük yaşamlarında da, geleceğe yönelik düşüncelerinde de, kendilerini güvende hissederler.
Bütün bu düşüncelerimden yola çıkarak, adaletin soyut bir kavram olarak mükemmele doğru yol aldığı görülebilinir. Fakat buna rağmen uygulamada topal kalmıştır. Ama yine de ve en iyi dileklerimle, her vatandaşın adil, tarafsız, bağımsız yargılandığı, her vatandaşın eşit, huzurlu, barış içinde bir düzende yaşadığı, evinde, yolda ve işinde kendisini güvende hissettiği, karakol, mahkeme kapısı korkusu ve endişesi yaşamadığı bir ülkede “Adalet vardır” diyebilirim.
Her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarının tadını çıkaranlar mutludur. Rabbim birliğimizi, dirliğimizi ve beraberliğimizi daim eylesin…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, insanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler ve muhteşem geçirmenizi dilediğim bir Salı gününüz olsun. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbetle dolsun…
Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın… Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#
(bu gün ki makalenin bazı bölümleri Google danışmanı tarafından desteklenmiştir)