Başta Orta Doğu (güdümlü Arap hükümranlıkları) olmak üzere, İslâm ülkeleri nam ya da Müslümanların yoğunlukta olup idare cihazına hâkim bulundukları memleketlerde, müthiş bir rüşvet-iltimas, yalan-talan, ikiyüzlülük, nitelikli (organize) sahtekârlık hüküm sürmektedir.
İslâm’ın zorunlu kıldığı hak, adalet, ahlâk, eşitlik ve hukuk ilkelerine tamı tamına ters, bütünüyle aykırı ve bir nevi “emanet, vesayet ve icazet” sistemine dayalı olarak teşekkül eden sultalar, cuntalar:, Ortak akıl ve maşeri vicdanın asla kabul etmeyeceği biçimde kamu gücünü kullanarak gasp, irtikap, hırsızlık, yolsuzluk, suiistimal, hile-desise, ayırma-kayırma, aldatma-kandırma, takiyye ve çifte standart yoluyla vatandaşları alenen soymaktadırlar. Ki bu, mensup olduklarını iddia ettikleri dinle taban tabana zıt, Kuran-ı kerim vahiylerine tümden aykırı, tam bir sapkınlık, mürailik, müşriklik ve bilinçli bir kilise mukallitliği hali arz etmektedir.
Oysa Demokratik hukuk devletleri ve özellikle idarede Müslümanların yer aldığı İslâm referansı ile anılan devletlerde hükümetler eliyle; Seçilmişler tarafından doğrudan veya bazı yüksek dereceli atanmışlar (memurlar) kullanılmak suretiyle haksızlık, yolsuzluk ve suiistimal yapılıyor olması; Dünya milletlerine karşı ve İslâm adına çok büyük bir utançtır.
Uzun bir süredir “paralel devlet” yaftası altında ülkemizde sürdürülen operasyonlar da bu sosyal mutasyon ve toplumsal çürümüşlüğün, en az elli yıldır Türkiye Cumhuriyetinde var olduğunu kanıtlamaktadır. Alınan tedbirler ve yapılan operasyonların ‘namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu hükümet; Mutlak adaletli, demokrat, lâik, şeffaf devlet” doğrultusunda gelişmesini ve gerçekleşmesini dilerim. Aksi takdirde, sür’atle yayılan yozlaşma, kokuşma ve çürümenin önlenmesi, devletin “haksız, hırsız, yolsuz” takımından kurtarılması mümkün olmayabilir!..
Aslında “dinler arası diyalog” namıyla ileri sürülen ve bazı beyinsiz kitlelere dayatılan ütopyanın sebebi; Bu koyu cehalet hali, iğrenç fanatizm veya (büyük bir ihtimalle de) dönme-devşirme (kripto) orijini olsa gerek! Bir başka şekilde, evrende var olan tek dine eş koşulur ve dinler arası diyalog safsatası nasıl ortaya konulabilir? Müslümanların çok dikkatli olması şart!
Zira “el iman minel vatan” emri, “her insan bir devlettir” olgusu, “tam bağımsız, özgür, hâkim ve hükümran” devlet algısı ile “Meclisler, vekiller ve hükümetler halkın emrine ve vatandaşın hizmetine memur unsurlardır” hakikati asla unutulmamalıdır.
KELİMELERİN KAVGASI VE DİL İSTİSMARI
Böyle bir durumda bizim her konuya, “mutabık kalınmış tanımlar” veya “kelime ve kavramların” soy anlamları ile başlamamız gerek. Aksi takdirde, ilim-irfan, emir ve ilmihale dair beyan ve bildirimlere açıkça muhatap oldukları halde, davranış biçimlerini düzeltmeyen, doğrusal yönde değiştirmeyen, yaşama tarzlarını doğrultmadan; Küfür, yanlış, hata, ihmal ve kusurda ısrar edenleri primitif varlıklar, paralize veya mutasyona uğramış mundarlar şeklinde kabul, ilân ve telâkki etmek gerekir. Böyleleri, akil olmadıkları ve rüştlerini ispatlamadıkları cihetle, hiçbir derece ve düzeyde yöneticilik görevlerine seçilemez veya atanamazlar. Velev ki seçilmiş veya atanmış olsalar bile, bu geçersiz bir eylem, gayrimeşru ve yok hükmündedir. Şu kadar ki: Bu durum, malûm eşhası işledikleri suçlardan mütevellit ceza ehliyetini kaldırmaz.
GELELİM GÜNÜN EN ÖNEMLİ MESELESİNE
Şöyle ki: 07 Haziran günü, adına seçim (!) denilen bir çeşit “saptama/tespit” prosedürü ifa ve icra edildi. Nihayetinde her an ‘asıl olan millet’ tarafından azli kabil 550 vekil tayin ve tespit olundu. Şimdi! “Sadece halka vekil olduklarını idrak, asla bir Avukattan fazla hak, yetki ve güce sahip olmadıklarının bilinciyle vekiller” hükümet kurma yolunda. Bu aşamada sadece millete karşı sorumlu olduklarını; görev ve yetkilerini doğrudan milletten aldıklarını; kanunlar gereği “sadece koordinasyonla görevli parti başkanına” biat etmemeleri; Türkiye Cumhuriyeti anayasası dışında kimseye itaat ve sadakat göstermemeleri gerektiğini bilmeye mecburdurlar.
AYRICA: HAK kavramının Allah anlamına geldiğini, haksızlığın Allahsızlık-kâfirlik; Hüküm’ün ilim-ahlâk ve fazileti zorunlu kıldığını; Hükümet’in eşitlik, hak, hukuk ve adaleti uygulamaya memur/mecbur olduğunu bilmek ve bu bilinçle hükümet etmek zorundadırlar…
BU İDRAK, HAKİKAT VE ŞUUR IŞIĞINDA
(Sözde) seçimlerin hemen akabinde koalisyon konusunda kırmızıçizgiler çizen Ana Muhalefet partisinin CHP; MHP ve HDP’ye bazı hatırlatmalarda bulunduğunu gördük: “Bir dakika, durun, kaçmak var mı? Seçimde halkın huzuruna çıkıp hükümetin başarısız olduğunu söylediniz. Seçim oldubitti. Yeni hükümet kurmak için icazet aldınız. Nereye kaçıyorsunuz? Emekliler, çifte ikramiye, asgari ücretliler, yüksek maaş, eşitsizlikler, çiftçiler, ucuz mazot, aç sefil çocuklar püskevit, dar gelirli aileler hilal kart, işsizler iş, evsizler ev bekliyor. 13 yıldan bu güne yolsuzluk, yalan-talan, soygun-vurgun, rüşvet ve iltimasla suçladığınız hükümetin hesaba çekilmesi, sorgulanması, yargılanması, yargı önünde hesap vermesi gerekmiyor mu?
Sözünüzü tutmadan ve adaleti hayata geçirmeden nereye kaçıyorsunuz?
Silah tehdidiyle vatandaşın “seçme hakkına” tasallutta bulunulduğu gerçeğine delalet edecek onlarca, yüzlerce örnek varken ortada; Sizler, bizzat, adalete hesap vermeden mi yüce Meclise sığınıp, dokunulmazlık zırhına sarılarak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını domuz gibi yiyip zıkkımlanacaksınız? Bu vaziyette “millet bize muhalefet görevi verdi” demek, iğrenç bir yalandır, ayıptır, bühtandır, korkaklık, yalakalık, avantacılık, haramzadelik ve hazımsızlıktır.
Neden bu seçimde kimse “çöpten oy pusulası çıktığını” ileri sürmüyor? Haksızlık, yolsuzluk, sahtecilik, organize sahtekârlık, görevi kötüye kullanma, hile ve desise yapıldığı iddiaları yok. Çok garip ama bütün partiler neticeden memnun. Yaklaşık iki haftadır ortaya konulan eylem ve söylemlere bakılırsa, sanki mevcut hükümetin yerinde kalarak, hiçbir şey olmamış gibi fiil ve icraatına devam etmesi umuluyor, bekleniyor ve akla-hayale gelmeyecek atraksiyonlarla AKP’ye gizli destek veriliyor gibi! Bu ne acayip pişkinlik, vurdumduymazlık ve aymazlık? Gören de bunları AKP’nin saklı ortakları, siyasi iştirak ve müttefikleri sanacak. Şaşılacak bir hal doğrusu!.. Oysa millet CHP-MHP ve HDP’ye koalisyon görevi verdi.
Seçim sonuçları akıl, erdem ve vicdan ışığında okunduğunda açıkça görülür ki; Millet bunlara (CHP, MHP ve HDP) koalisyon hükümeti kurma görevi, yetki ve sorumluluğu verdi. Daha dün, bunu çok istiyorlardı. Yandaşları “Yaşasın koalisyon” çığlıkları atıyor; “Koalisyon felakettir” diyenlere karşı kuyruğu dik tutup, “Ne münasebet. Pek âlâ koalisyon hükümetiyle ülke idare edilebilir. Geçmişin kötü örneklerine bakmayın, piştik elhamdülillah” diyorlardı. Şimdi fırsatı değerlendirmek zorundalar. Şekvacı oldukları hükümete karşı başarılı olabilecek bir koalisyon hükümeti kurmalı ve miting meydanlarında taahhüt ettikleri vaatlerini mutlaka yerine getirmelidirler. Bu bir namus borcudur. Belki de ikinci bir fırsatı bulamayabilirler.
KAÇMAK YOK VAATLERİ YERİNE GETİRECEKSİNİZ!
Kılıçdaroğlu yan mı çiziyor? Demirtaş “MHP ile asla bir araya gelemeyiz” mi diyor? Bahçeli erken seçim mi istiyor? Bir dakika beyler! Kaçmak var mı? Halkın huzuruna çıkıp bu hükümetin başarısız olduğunu sizler söylediniz ve hükümet kurmak için icazet aldınız. Şimdi nereye kaçıyorsunuz? Emekliler, çifte ikramiye, asgari ücretliler, yüksek maaş, çiftçiler, ucuz mazot, çocuklar püskevit, fakirler hilal kart, işsizler iş, evsizler ev bekliyor. Hani söz namustu bu vaatleri gerçekleştirmeden nereye kaçıyorsunuz? Bahane üçlü koalisyon kurulamaz. Niye? Erdoğan nefreti sizi bir araya getirdi. Pek âlâ da ortak çalışabilirsiniz. Neden olmasın…
MHP’nin olduğu yerde HDP, HDP’nin olduğu yerde MHP olmazmış. Bunlar düşman kardeşler, bir yapı içinde huzurlu olamazlar, sürekli “maraza” çıkarırlar. İkisinin olduğu yerde CHP olmaz. Kurulacak bir “azınlık hükümetine” dışarıdan destek de vermezler. Yapıları, çatı ve ideolojileri buna uygun değil. Dünya yıkılsa bir araya gelemezler. En uygun çözüm yine de Bahçelinin söylediği, erken seçim. İyi de, RTE nefretinde bir araya gelebiliyorlardı. Pekâlâ bir “ortak çalışma” düzeni kurmuşlardı. Birbirlerini kırmıyor, incitmiyor, karşılıklı ağız dalaşına girmiyor ve maraza çıkarmıyorlardı. Birbirlerini vatana ihanetle, hırsızlıkla, yolsuzlukla, hele de devleti satmakla hiç suçlamıyorlardı. Seçim sathı mailinde adeta paslaşıyor milletin çok iyi bildiği suçlarını, görevi ihmal, ihanet ve suiistimallerini/haksızlık ve yolsuzlukta ortaklıklarını dile getiren yoktu. Attılar, tuttular, hep birlikte ve hepte birbirine benzer vaatlerde bulundular.
Sıra bol keseden vaatleri gerçekleştirmeye gelince mi “düşman kardeşler” oldular?