Merhaba dostlar, güneşli bir pazar gününden herkese MERHABA Umarım iyisinizdir. Güzel haberler alacağınız, mutlu huzurlu ve sağlıklı çok güzel bir hafta sonu diliyorum…
Bazen insan geride bırakıp geldiği yolda anılarını özlüyor ve düşlüyor. Hayat defterinin sayfalarını geriye doğru çevirip bakmaya ihtiyaç hissediyor…
Benim de yan yatmış, sayfaları yarı açılmış, kırış kırış olmuş, bazı sayfalarının kenarı kıvrılmış bazıları yarıya kadar yırtılmış hayat defterim ilişiyor gözüme. Sanırım o yarı yırtılmış sayfalar hayatımdan silip atmak istediğim ama kıyamadığım, tecrübemdir diye kalmasını istediğim anılar…
Zamanın göreceli olduğu Einstein tarafından ortaya atılmış bir fizik teoremi olsa da, bunun insan yüreğini ilgilendiren tarafı da ele alınmalı. Belki sonuç E=mc2 gibi somut bir formül olmaz ama ucundan kıyısından ışığı görmek karanlıkta kalmaktan yeğdir. Bu amaçla hafızamı yokladığımda çeşitli mekân ve zamanlara açılan sayfalar beni düşündürdü.
Bilinçaltım, merakla deftere yönlendiriyor ve dalıp gidiyorum geçmişe. Her bir yaprakta yeni bir beni, yeni bir serzenişleri ve en çok da kalabalıklar içindeki yapayalnız beni buluyorum.
Yeri gelip tebessüm ediyor, yeri gelip hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Hayatı özetliyor sanki bu defter. Oyuncusu farklı, olayları farklı ama hayatın taa içinden. Kâh gülüp, kâh ağladığımız, sahibiymiş ve hiç bitmeyecekmiş gibi yaşadığımız bu hayat.
Hayatta her çıkışın bir inişi, her gidişin bir dönüşü vardır sözü hepimizin kulağına çalınmıştır mutlaka. Bir suyun yatağından çağlayıp denizine kavuşmak üzere akışı, bir çocuğun doğduğu andan itibaren geçirdiği tüm gelişim evreleri, bir ilişkinin sevgiye evrilmesi sürecinde paylaşılan yaşanmışlıklar… Hepsi bir gidiş değil midir aslında? Tam tersine; denize kavuşan suyun artık kendisi gibi belki de binlercesiyle sonsuzlukta dalgalanması, insanın yaş kemale erince geçmişte kendini arama çabaları…
İhtiyarlığın iyi yanı yaşanmışlıklar sise gömülürken, hayatın anlamının billurlaşmaya, ayan olmaya başlaması.
Hayatın heybesi; kavuşmalar ve ayrılıklarla, yükseliş ve düşüşlerle, zaferler ve kaybedişlerle dolu. Çamurdan yaratılmış insanın asla saflığa ulaşamayacağını öğrenmiştim… Hayat yaşanırken değil her şey olup bittikten sonra anlaşılabiliyor olması pekte iyi değil gibi sanki!!..
İşte onun için ihtiyarlık; şenliği dağılmış, lunaparkı kapanmış, sonbaharı gelmiş bir kasaba gibi…
Herkes yanında yorgun gönlünü, beyhude çabalarını, solmuş fotoğrafını sürüklüyor. Son treni bekleyen yolcu oluyorlar, oluyorlar amma insanlar bu dünyadan geçip giderken arkalarından bir mektup bile bırakmıyorlar. Kederleri nereye gizliyor, o birikmiş hayatları nasıl yatıştırıyorlar bilinmiyor. Gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık birbirlerinden öyle uzaklaşıyor ki bir yerde karşılaşsalar birbirini tanıyamaz hâle geliyor, üç ayrı kişilik oluyorlar. İnsan bazen onları çekiştirerek birbirine yaklaştırmaya çalışıyor ama beceremiyor işte.
Derin bir ah çekiyor, kafamı kaldırıp cama bakıyorum.
Camı açıp nefes almak istiyorum boğulmuşçasına. Görünüşün aksine, ruhumun derinliklerine kadar bir serinlik ve sükûnet nakşoluyor adeta. Huzur veren bir sessizlik, hissettirdiği dinginlik, hızla çarpan kalbime,” dur, yavaş ol! , ne bu telaş?” der gibi. Yanağımda bir ıslaklık hissediyorum. “Aman Allah’ım aklımı mı yitirdim, ağladım da haberim mi yok ?” derken, burnuma mis gibi toprak kokusu geliyor. Anamı Babamı, kardeşimi ve beni bu dünyada terk edip giden diğer sevdiklerimi anımsıyorum. Ve burnumun direği sızlıyor… Haykırmak istiyorum ama gırtlağım boğum boğum. Kendi feryadımı kendim duymuyorum…
Sonra güneş sancılı bir şekilde üstüme doğuyor ve kızgın kızgın sitemkâr bakıyor bana. Sanki güne uyanmam onu üzmüş gibi bir hali var diye düşünüyorum…
Güneşin ışıklarının doğayla bütünleşen o müthiş armonisi silip süpürüyor az önce zihnimden geçen, geçmişe olan yolculuğumu, derin hüznümü. İzlemekten alıkoyamıyorum kendimi.
Elimizden kayıp giden yıllar, yine hüzünlendiriyor beni. Geçip giden ve asla geri gelmeyecek olan yılları bırakıp, göğe başımı kaldırıp ileriye bakıyorum. Çünkü hala yaşıyorum ve hayatayım, hayat mücadelem devam ediyor. Sonra düşünüyorum güzel günler vardı bu hayatın içinde yaşadığın zamanlar diyorum kendime.
Hayat bir bumerang gibi… Yaptığınız, söylediğiniz her şey dönüp dolaşıp yine size gelir. Bazen hemen, bazen de yıllar sonra. Ki bunların birçoğu size dönmek için yola çıkmışlardır bile…
Ki o esnada Şems-i Tebrîzî’nin şiiri düşüyor aklıma. Ne güzel demiş. Haydi dostlarım, okuyalım mı ve dahi okurken hep birlikte bir taraftan da “Ümit Çetinkaya” dostun yorumundan dinleyelim mi yeniden ve yeniden ve dahi bıkmadan… Bakın Sevmek demiş Şems-i Tebrîzî ve Sevmek derken neler anlatmış…
Sevmek Dedim Yoluna Ölmek Dedi
Sevmek dedim.
Yoluna ölmek dedi.
Yol dedim.
Alıp başını gitmek dedi.
Gitmek dedim.
Bir Ahh çekip dostlardan ayrılmak dedi.
Dost dedim.
Durdu bana baktı, dost diye mırıldandı.
Yüreğime nasıl koysam bilemediğim dedi.
Yürek dedim.
Dünyaları içine sığdıramadığım dedi.
Dünya dedim.
Hayatın bir yüzü dedi.
Yüz dedim.
Ardında ne gizli bilemediğim dedi.
Giz dedim.
Hep çözmeye çalıştığım dedi.
Çalışmak dedim.
Bitmeyecek öykü dedi.
Öykü dedim.
Binlercesini içimde gizliyorum dedi.
Gizlemek dedim.
İşte, her şeyin bitimi dedi.
Sevda dedim.
Ellerimde bir çiçekle
Peşinden koştuğum dedi.
Koşmak dedim.
Hayat, bir maraton dedi.
Hayat dedim.
Öyle kısa ki! dedi.
Niçin kısa? diye sordum.
Yaşanacak çok şey var, zaman yok dedi.
Yaşanması gereken ne var? diye sordum.
Aşk dedi.
Kaç kere? diye sordum.
Bin kere dedi, milyon kere AŞK..
Neden bir kere değil? diye sordum.
Bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk dedi.
Önce ona varsan olmaz mı? diye sordum.
Keşke olsa dedi, ama önce yoğrulmak gerek.
Acı çekmek mi? diye sordum.
Evet, aşk acısında yok olmak dedi.
Yok olunca! dedim.
İşte gerçek aşkta o zaman yaşamaya başlarsın dedi.
Gerçek aşk! dedim.
Büyük o! dedi.
Durdum. Durdum. Ve sustum!
Neden sustun? diye sordu.
Yüreğim titredi sanki dedim.
Neden? diye sordu.
Bilmiyorum dedim. Büyük O!”
Evet dedi. Büyük O!
Nerede? diye sordum.
Her yerde dedi.
Nasıl? diye sordum.
Yüreğini aç dedi.
Yüreğimi açmak! dedim.
Bir tebessümle bak her şeye dedi.
Tebessüm dedim.
Her kapının anahtarı dedi.
Kapı dedim.
Girmeden bilemezsin dedi.
Ya korku! dedim.
Bilinmeyenden korkar insan dedi.
Ben kimim? diye sordum.
Sevgiyle beslenensin dedi.
Durdum. Durdum. Yine sustum.
Kimsin? diye sordum.
SEN’im dedi.
“Seni Seviyorum” dedim
“Bende Seni” dedi..
Şems-i Tebrizi