Dünya savaşının çocuğu idi. İnce uzun sarışın, gözlerinin içi gülerdi. Baba ocağından ayrılışını net bir şekilde hatırlamıyordu. Askerde ailesinin saman damını kurtaralım derken yandıklarını öğrenince yıkılmıştı.
Şehrin banliyösüne ait sebze bahçesinde çalışmaya başlamıştı. Toprağı küçüktü ama ona şimdilik yetiyordu. Gurbette baba ocağını görmeden ne kadar daha kalabilecekti. Kaç aydır hazırlandı. Gariplerin yolunu takip edip köyünü ve baba ocağını ziyaret edecekti.
Başkasına açılmaz, işinin başından ayrılmazdı. Bahçe sahiplerine dostça ve samimi davranırdı. Girişkendi, gözü toktu, yabancı gibi durmazdı. İnsanlara güvenir, yalnız sırrını vermezdi. Köyüm burnunda tütüyor derdi. Yüzüne bakıldığında yılların izi belli olurdu. Özellikle göz kenarlarında arklar oluşmuştu.
Altı aydır, nerde ise her gece, büyüklerimi, hayvanlarımı, evimizi ve ırmağı rüyamda görüyorum. Annemin elinden sütümü içip hayvanların peşine gidiyorum. Elli senedir dışardayım, köyümün toprağını, sebze ve meyve bahçelerini unutamıyorum.
Keçilerimle güzel günler yaşıyordum. Onlarla akşamı eder, öyle ahıra gelirdik. Ev ve ahırımız meyve ağaçlarından görülmezdi. Peynir ve yağ satmak için babamla kasabaya gittiğim oluyordu. Köy ve kasabanın yapıları birbirine benzerdi. En dikkat çekeni tüm güzelliğiyle camilerimizdi.
Bahçemiz verimliydi. Sebze ve meyvelerimizi satardık. Köyün yakınından geçen nehir, dağdan gelen kaynak sularıyla içimine doyum olmazdı. Nehir köyün adete can damarı, hayat suyuydu. Balık için nehirde bazen sabaha kadar kaldığımız olurdu.
Çalışmak için köyden koparıldığımda çocuktum. Oradan askere gittim. Askerde o elim olaydan sonra bir daha da dönemedim. Rüyasında keçilerin peşinde annesi el sallamış bir şeyler söylemiş fakat aklında kalmamıştı.
Rüyalar gerçek olsa deyip yola çıktı. Hanımı ve çocuklarıyla konuştu ve bir daha ki, sefere hep beraber gideceğiz, dedi. Hanımı çantasını hazırladı ve bir garip yolculuk başlayacaktı.
Elinde çantasıyla, kasabaya yakın köyünün yol ayrımında indi. Heyecanlıydı, adımlarında sarsaklık görüldü. Kendini zor toparladı. Kasabaya bakmak istemedi. Köyüne doğru yol almaya başladı. Arkasında at sesi duyduğunda irkildi. Geri döndü, delikanlı atından indi. Selam verdi, yabancısın nereye böyle dedi.
Yavrum, gurbette ömrüm geçti. Baba ocağını ziyaret için buradayım, dedi. Kendini tanıttı. Delikanlı, kim olduğunu söyleyince akraba çıktılar. Delikanlı samanlığın yandığını anlatırlar, dedi.
Köye vardıklarında, akşam yaklaşıyordu. İlk anda köyü çok değişmiş buldu. Hatta tanıyamadı. Delikanlı eve götürdü. Duyan mahalleli bahçeye geldi. Bahçe ana baba günü oldu. Eskiler tanıyor, sarılıp ağlaştılar.
Sabah erken kalktılar. Delikanlı onu baba evine götürdü. Evleri yenilenmişti, büyük meyve ağaçları kesilmiş ve yollar asfaltlanmıştı.
Baba evi senelerin verdiği ıstıraba dayanamamış ve moloz yığını hâline gelmişti. Meyve ağaçları kurumuştu. Bahçelerin belirli yerleri ekilmişti.
Konuşarak nehre vardılar. Nehir çamur değil siyah, mavi karışımı akıyordu. Delikanlı nehrin başına gelenleri anlattı.
Nehrin kenarına oturup ağlamaktan başka yapılacak bir şey yoktu.