Son yılların en önemli politik eylemi, Öcalan’ın 2013 Newruz’unda yaptığı barış süreci açıklamasıydı. Öcalan milyonlara hitaben yaptığı açıklamada özet olarak, “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyasi sürece kapı açılıyor. Siyasi sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor. Demokratik hakları, özgürlüğü, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor” demişti. Sonrasını biliyorsunuz, PKK yönetimi Öcalan’ın çağrısını kabul ettiğini açıklamış, gerillaların önemli bir kısmı sınır dışına çekilmişti.
Bu karar halkın çok büyük çoğunluğunda sevinçle karşılanmış, sürecin hızla ilerlemesi için adım atma sırası hükümete geçmişti. Öcalan’la görüşmelere başlamayı göze alarak doğru bir adım atan hükümet, sürecin ihtiyacı olan yasal ve politik adımları atma konusunda klasik devlet tutumuna göre davranmaya başlamış, zaten pusuda bekleyen barış karşıtlarının yaratabileceği provokasyonlara kapıyı kapatmayarak, belirsizlik ve tedirginliği sürdürmeyi tercih etmişti.
Barış sürecinin yarattığı olumlu politik atmosfer, AKP hükümetinin yıllardır sürdürdüğü “toplumu kafasına göre dizayn etme” çabasına duyulan öfke ile birleşince, yıllardır alttan alta biriken öfke patlaması Gezi Eylemleriyle kendini ortaya koymuş, sanki bu toplumda varlıkları dikkate dahi alınmayan genç kuşak hem AKP’yi hem de tüm toplumu temellerinden sarsmıştı. Otuz yıldır tüm araçları kullanmasına rağmen Kürtleri yenemeyen devlet bu kez AKP hükümetine baş kaldıran metropol gençliğini de yenememişti.
Kürtlerin haklı isyanına karşı takınılan tutum uzun yıllardır bu coğrafyada sol ve demokrasi güçleri açısından bir mihenk taşı olageldi. Kürtlere karşı olanlar, karşı değilmiş gibi davranıp “akıl verenler” çoğunlukla askeri vesayetin, statükonun yanına düştüler. Barış süreci, Öcalan’ın çağırıları ve Kürt halkının bu çağrıya verdiği büyük destek de bunlarda hiçbir heyecan yaratmadı. Hatta, “bu barışın Kürtler için hiç de iyi olmayacağını” anlatmaya soyundular, demokrasi gücü olmaktan bile uzaklaştılar.
İkinci mihenk taşı da Gezi Eylemlerine karşı takınılan tutum oldu. Yıllardır toplumu keyfine göre kalıba sokmak isteyen iktidar, silahsız, demokratik bir başkaldırı eylemini anlamaya çalışıp kendi politikalarını sorgulayacağına, komplo teorilerine sığındı. İsyanın içinde barındırdığı demokratik karakter, gençlerin yaratıcı ve dayanışmacı eylemi onları panikletti. Bu durum aydınlar arasında da yarılma yarattı, ama Gezi eylemlerinin meşruluğu geniş yığınlar nezdinde kabul gördü, görmeye devam ediyor.
Bu dönem aynı zamanda, AKP hükümeti ile düne kadar ortak davranan, Kürtlere ve demokrasi güçlerine saldırı konusunda pek ayrılık yaşamayan –iktidarın paralel devlet dediği- Cemaat arasındaki krizin de patlak verdiği döneme dönüştü. Hükümeti en zayıf noktasından, rüşvet ve yolsuzluktan vurdular. Böyle bir eylem, hükümetin yıkılmasına, buna bağlı olarak barış sürecinin de çökmesine yol açabilirdi. Öcalan haklı olarak bu kayıkçı kavgasında taraf olmadı.
Kürtlerin demokrasi ve barış taleplerinde direnmesini, öz örgütlülüklerini güçlendirip derinleştirmelerini istedi. Haklıydı, çünkü adına “paralel devlet” dedikleri şeyin içinde kimlerin olduğunu, Ergenekoncuların, yıllar önce Kürdistan’da halka kan kusturanların nerede durduğunu tam olarak kestirmek mümkün değil. Örneğin şu aşağıda yapacağım alıntı 19 Şubat tarihli Ahmet Dicle’nin “Setkar Köyü” başlıklı yazısındandır.
“Dönemin İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, daha sonra yine aynı göreve devam etti, şimdi AKP Genel Başkan Yardımcılığıyla “siyasi koruculuğun’’ en üst mevkisinde… Faraşin’deki 55 köyün haritadan “silinmesi’’ emrini veren dönemin OHAL Valisi Mehmet Necati Çetinkaya, şimdi AKP Genel Başkan Yardımcısı.
Ve o dönem Beytüşşebap’ın bağlı olduğu Hakkari ilinin Valisi olan Şahabettin Harput ise 2003 yılında AKP tarafından içişleri bakanlığı müsteşarlığına getirildi, şimdi Merkez valisi. Ve 1989 yılında yani Setkar köyünün yakıldığı dönemde Beytüşşebap kaymakamı olan Celalletin Güvenç, aynı yerde iki yıl daha görev yaptı. Daha sonra vali yapıldı. Şimdi AKP Urfa Belediye Başkan Adayı…
Normal bir ülkede savaş suçu ve ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ ile yargılanacak Türk bürokrasi aygıtının elemanları şimdi daha konforlu, daha güvenli görevlerdeler”
Gelinen yerde Gezi isyanının haklılığının da, barış sürecinin gerekliliğinin de tartışılacak yanı yoktur.
Detaylara boğulmanın, anlamsız kısır tartışmalar yürüterek enerji harcamanın yararı yok.
Paralel yapılardan, onlarla iç içe geçmiş eski – yeni savaş suçlularından, rüşvet ve yolsuzluklardan arınmanın yolu Gezi ruhuyla demokratik barış ruhunun birleştirilmesidir. Bugün bunun en somut bir aracı, seçimlerden HDP’nin çok güçlü çıkmasıdır.