Bir sonbahar günü doğmuşum. Güneş sarı rengi ile boyamış yüzümü, güneşten bir damla olmuşum, yeryüzüne damlamışım. Hüzünlü sarı bir günde. Hüznü yaz mevsiminin toparlanıp yola çıkmasıymış. Annemim ışıyan gözleriyle beslendim. Güneşin sarı damlasına bırakmışlar beni. Yaz mevsimi az gitmiş uz gitmiş sonbaharın kapısına dayanmış. Akşamlar, sabahları sarıya boyamış. Ayaklarımın altını ıslatmış. Annemle birlikte.
Annem ve güneş yavaşça bırakmışlar beni sarı sonbaharın kollarına kucağına. Yaz meyveleri bir bir dökülmüş kurumaya, yapraklar hızla rüzgarın önünde dans etmeye başlamış. Dünya muhteşem bir sahne. Güneş dünyanın her yerine yakışıyor. Dünya yaz mevsiminden ayrılınca çok üzülmüş. Ben gelince dünyaya sarı yapraklara yazdım geleceğimi, güzelliği, sıcaklığı…
Güneş gülümsemiş. Yaz toparlanıp giderken, kış mevsimi çoktan yola çıkmıştı. Haber salmış. “Döne döne geliyorum. Heybemde kar taneleri var. Kardan adam yeni hazırlandı. Kuşlar göç etsinler ben gelene kadar. Ayılar inlerine girsinler. Portakal, mandalina, ıhlamur, hazır mısınız? kalın kazaklar çıksın ortaya. Yatarken rengi kahverenginin tonu olan toprağın, kırmızı kiremitlerin bembeyaz oluşunu görmek hangi insanı mutlu etmez ki? Az kaldı. Sonbaharın sonundayım.” Diye şarkı söylemeye başlamış. Yaz ve Kış el ele tutuşup almışlar sonbaharı ortalarına. Kış yine devam etmiş. “Çocuklara söyleyeceklerim de var: Hayvanlar kuşları aç susuz bırakmayın. Bende sonra bahar gelecek. İlkbahar kıyafetlerine ve sergi çalışmasına başladı.”
Sonbahar, suskun. İnsana ciddiyeti anımsatsa da güneşin yavaş yavaş kırılmasıyla daha bir hüzünlü vurur güneş yeryüzüne. Akşamüstleri o tonu hiçbir renge değişmem. Güneş, tüm renklerin karışımıdır ancak insan gözüne beyaz olarak görülmektedir. Sonbahar sarı kıyafetlerini giymiş, saçlarını toplamış. Tüm ihtişamıyla salınıyordu.
Bizim için güneş sarıdır. Her çocuk güneşi sarı ile boyar. Akşamları neden kırmızı benim sarı güneşim çıkıp bakmak gerekir uzay boşluğuna…
Sonbahar, başlangıçtır aslında. İlkbahar çiçek açarken dökmeseydi sonbahar çırpmasaydı fazlalıkları, nasıl açardı yapraklar. Nasıl yenilerdi doğa. Biraz acımasızdır aslında. O sarı yaprak yaz mevsiminde capcanlı bir ağacın dalını süsleyen güzel bir yeşilken sonbaharda gözümüzü önünde kuruyarak yok olan bir hiçliğe doğru yol alıyor ya. Doğa bir devinim halinde. Sonbahar başlangıç olmasaydı ben doğar mıydım? Kışın düştüğüm ana rahminde olgunlaştığım bahar ve yaz mevsiminden sonra, annemim taçlandığı mevsimi seviyorum.
Sonbahar samimidir. Yol sanıldığı kadar da uzun değildir. Hoop geçersin kış mevsimine sek sek oyunu gibi. Yaz mevsiminden de güneşin saçlarından tutup getirmedik mi?
Ilık bir rüzgar, hafif yağmur, yeşilden kırmızıya dönen renkler, dans eden notalarla sonbahar filmi başlıyor. Oyuncular müthiş. Sahne müthiş.
En sevdiğim mevsimde, yağmurun farklı yerlerde adil davranmasını görüyorum apaçık. Romantizm kokuyor her yer. “Yaprak sıkılmıştı ağaçtan. Bahaneydi sonbahar.” der Necip Fazıl Kısakürek. Bende anne karnıma zaman zaman geri dönmeyi arzuluyorum. O huzurlu ortamı arıyorum.
Dış dünyada, yıldızlardan güneşten aydan açlıktan, ölümden haberim olmadan, mutlak karanlık ve sessizlikte anne karnımdaki sürem dolmuştu. Doğum bahaneydi. Yapraklar gibi savrulduğumda da ölüm bahane olacak. Sonbahar gibi “ Bu kaçıncı gitmelerim olacak.”
Senede bir kez geliyor. Hem özgürlüğü hem ölümü anlatan yeniden doğuşu yaratan sonbahar güneşinden damla olmak gibisi var mı? Doğduğum mevsim annemin veda ettiği mevsimdir.