Canlının oluşumundan yaşamın bitimine kadar devam eden bir süreçtir yaşlanma. Hayatımızın en bilge bireyleri yaşlılarımızdır. Annem yaş aldıkça “ Gün batımındayım. Bir ayağım çukurda ” derdi. Annem için ömür doğan güneş ve batan güneş arasındaki zaman dilimiydi. Gençlikte cüzdan ve ev anahtarı çantada. Yaş aldıkça kol kasları zayıflarken taşıdığın yük artıyor. Numaralı gözlük, tansiyon ilacı, şeker ilacı, kolestrol, ağrı kesiciler, B12 gibi ilaçlarını taşımak zorunda kalıyorsun. Yaş ileriye sayarken sağlık sorunları vücudumuza taşınıyor. Ağrılar sıklaşır, zihnen diri kalmak için çaba gerektiren sürece girirlir.
Yaşlanma, bireyin hayallerini tamamladığı bir devre ve gerilemenin başladığı zamandır. Doktora gitme sıklığın artıyor. Adeta hastane kapılarındasın. Seyahate çıkacaksan valizinde önceliğin kullandığın ilaçlar oluyor. “Hiç kimse, bir yıl daha yaşayamayacağını düşünecek kadar yaşlı değildir.” der, David Viscott.
Hayat büyüyene kadar bir oyundu. İnsan yalnız da olsa yaşlı da olsa umudunu hiç kaybetmiyor.
Ne kadar çaba göstersek de fiziksel olarak yerçekimine karşı koyamıyoruz. Ruhun yerçekimi yok. Kaç yaşında olursan ol, yaşam tüm heyecanıyla seni sarmalıyor. Gezme , dinlenme ,eğlenme ve duygular beyninde dans ediyor. Ağırlaşan yaşam şartlarında, özellikle tek başına yaşıyorsa hastane koridotlarında koşturmak oldukça zor. Labratuvara, emara yetişmek zor. Koridorlar kalabalık ve çok uzun. O kalabalığın içinde yalnızlıkla kol kola…
Özellikle emekli maaşıyla geçiniyorsan, hayat ağırlaşıyor. Yaşlılık, bebek gibi bakım istiyor. Artık metropol kentlerde yaşamlar karmakarışık. Zamanın ileriye hızla akarken geriye sardığının farkında olmayan, büyüttüğümüz evlatlar dünya telaşı içinde koşturuyor. Yorucu hayatlarla boğuşuyorlar. Ebeveynler ilgi bekliyor. “Hani benim emek verdiklerim?” diyor. Evlatların çoğu yurt dışında yaşam kurmuş. Çelişkili ömürler birbirine karışmış durumda.
Huzurevini ziyaretimde, çok iyi bakımları olsa da yalnızlık omuzlarında, gözleri yollarda. Acı gerçek bu. Hepsinin bir hayat hikayesi var.
Huzurevine yaşayan yaşlı bir kadından anlamlı mektup var! İşte bir hikaye ve bir mektup
Bu mektup birçoğumuzun hayat dengesini temsil ediyor.
“82 yaşındayım, 4 çocuğum, 11 torunum, 2 torunum ve 12 metrekarelik bir odam var.
Artık sevdiğim bir evim ya da eşyalarım yok, ama odamı temizleyen, bana yemek yapan, yatağımı yapan, kan basıncımı kontrol eden ve beni tartan biri var.
Artık torunlarımın kahkahalarını duymuyorum, onların büyüdüklerini, sarıldıklarını ve kavga ettiklerini görmüyorum; Bazıları beni her 15 günde bir ziyaret ediyor; diğerleri her üç veya dört ayda bir; diğerleri asla. Artık kroket, yumurta dolması veya kıymalı sandviç yapmıyorum.
Hala birkaç hobim var ve sudoku bulmacası beni biraz meşgul ediyor. Ne kadar zamanım kaldı bilmiyorum ama bu yalnızlığa alışmak zorundayım; Mesleki terapi yapıyorum ve onlara çok fazla bağlanmak istemesem de, benden daha kötü durumda olanlara elimden geldiğince yardım ediyorum.
Hayatın gittikçe uzadığını söylüyorlar. Neden? Yalnızken, ailemin resimlerine ve evden getirdiğim bazı anılara bakabilirim.
Umarım gelecek nesiller, ailenin (çocuklarla) bir geleceğe sahip olması ve bizi büyütmemiz için bize verdikleri zamanı geri vermesi gerektiğini anlarlar.”
İnsanların ebeveynlerini ihmal etmesi bencillik midir?
Her zaman içsel bir şeye dayanarak iyi olacaklar ve olması gerektiği üzerine kurulmuştur yaşamlar. Yaşlılar kendi mahallesinde, kendi evinde olmak istiyor. Biz evlatlarımızı kendi yoluna gidebilen, güçlü insan olarak yetiştirme çabası içindeyiz. Severek salıveririyoruz. Kanatlarıyla uçmalarını sağlıyoruz. Şu bir gerçek ki hiçbir evlat ilgilenmek istemediğini söylemez. Ama bunun bir beklenti olması gerektiğini düşünmüyorum.
Her insan için özgür seçimden yanayım. Yaşamlarımız boyunca çevreden etkileniriz. Çocuklar sosyal olarak meşgul olabiliyor. Ben, çocuğumun tatillerde gelmeye mecbur hissetmemesini belirtsem de onu özlüyorum. Eğlenme zorunluluğunu istemiyoruz ama sevdiklerimizle birlikte olmak istiyoruz. Gönül bu söz dinlemiyor.
Doğumdan başlayan kronolojik yaş tüm insanlarda aynıdır.
Yaşlanmanın eğlenceli olmadığını herkes bilir. Doğum günlerinde yaş arttıkça, pastanın özerindeki mumlar bütün sokağı aydınlatabilir. Pastanın üzerindeki kaç mum varsa orantılı olarak ışık saçar. (70- 80-90-100…)
Yaşlı insanların yaşamları boyunca çocuklarıyla ilişkilerinde yatırım yapmış olabilecekleri bir hayat vardır. Bazen bu ilişkilerde yapamayabilecekleri anlar da olabiliyor. Ziyaretler sırasında, bazı yaşlı insanlar önce ne kadar yalnız olduklarını, ziyaretin gelmesinden bu yana çok uzun zaman geçtiğini, düşünürler. Ziyaret yoksa, ilgi yoksa üzücü bir durum.
Her zaman hayatımızda “Ver ve Geri verin” toplamı mı yapılmalı? Sadece kan bağından değil, sevgiden olmalı her şey. İnsan bütün varlıklara şefkat duymalı. Çok fazla ziyaretçi almasa da kimse huzurevinde kilitli değil. Orada büyük bir özgürlük içinde, sosyal bir varlık olarak yaşıyorlar. İçsel bir durumda yalnız olmak ve mutlu olmak, seçim sizin. Yalnızlık hafife alınmamalı. Uzun ömürler abartılmamalı. Yetersizlerimiz var gibi. Dünya telaşı hepimizi neden bu kadar meşgul eder? Hayatta çok meşgul olmak zorunda mıyız?
“Toplum içinde yaşayamayan ya da kendi kendine yettiği için buna gereksinim duymayan, ya hayvandır ya da tanrı”der, Aristoteles. Kaç yaşında olursak olalım, ölüm uzakmış gibi hisseder insanoğlu. Bir gerçek var ki; Dünya üzerinde gelip geçen bireyleriz. Ancak; yaşlılarımız öldüğünde insanlar neyi kaçırdıklarını anlar!
Ebeveynlere ve diğer sevdiklerimize iyi bakalım.
Değerlilerin en değerlisi büyüklerimiz; Onlar Tarih, Onlar Çınar, Onlar Efsane