Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Gül ile Bülbül
Güle dair söylenmedik söz kalmış mıdır acaba? Herhalde vardır, “Gök kubbenin altında söylenmedik söz yoktur” dense de.
Hadi bir deneyelim.
Bülbül’ün güle olan aşkını biliyorsunuz. Bu aşkı sayısız şekilde anlayan, anlatan vardır. Yüzlerce “Gül ile Bülbül” hikâyesi yazılmıştır.
Bende çok yazdım ve dahi okudum Gül/bülbül ya da yalnızca gül yahut bülbül.
Bunca yıl yaşamım içerisinde ne kadar okudum ne kadar yazdım hesabını kendime bile veremem. Var olan sesin ilahi hükmü tecelli etti mi kaleme, kalem yazıyor bilip bilmeden işte…
Haydi dostlarım; okuduklarımdan ben de bir tanede ben yazayım bari bakalım Gül ve bülbülün şu bitmeyen tecellisi ne imiş bir kez daha saâdet edelim onlara…
Bülbül gülün dikenleri bağrını kanatsa da onun incecik zarif dallarına konup bir tomurcuğa yalvarmaya başlar. Yüzünü kapatan peçeyi kaldırsın, Bülbül onu dünya gözüyle bir defa görsün yeter. Ölse bile artık gam değil. Yalvarışları gece yarısından sonra feryada dönüşür. Gözlerinden sel gibi yaşlar boşanmaktadır. Gün doğumundan önce bu yaşlara kan karışmaya başlar. Yalancı şafakta artık gözyaşları tükenmiş olan Bülbül’ün sesi kısılmış, dizinde derman kalmamış, yüz yerinde yüz yara kanamakta, gözünden dökülen kanlar artık açılmaya başlayan goncanın üzerine damlamaktadır.
Önce bir koku yayılır, duyanı kendinden geçirir. Sonra o gonca Bülbül’ün kanıyla sulana sulana açıverir.
Güneşin ilk ışıklarıyla gül dile gelir:
– İşte ben. Karşındayım. Vuslat zamanıdır. Ne dersiniz? Acaba Bülbül bu manzarayı görmüş, bu kokuyu duymuş mudur?
Gelenekten gelen kadim bir musiki “Heyhat” demektedir. Bülbül son nefesini vermiş vuslat mahşere kalmıştır.
Belki bu yüzden tüm halk hikâyelerimiz içinde sadece birinde (Âşık Garip) sevgililer birbirine kavuşur.
Dinî-tasavvufî edebiyatımızda gül Cenab-ı Hakk’ın birliğini (Vahdet) temsil eder. Ayrıca Hz. Peygamber’in kendisi, teri, ter kokusu da gül ile ifade edilir.
“Güle versin bâğban gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su”
Fuzuli
Ayrıca dîvân şâirimiz Fuzûlî, Su Kasîdesi’ni bir okuyun anlamına bir bakın:
“Suya versün bağbân gülzârı zahmet çekmesün,
Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gülzâre su.”
(Bahçıvan, gül bahçesini sele vermek için boşuna yorulmasın;
Çünkü bin gül bahçesine su verse de Senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
diye O “Gül”ün dünyaya bir kere geleceğini, bahçıvanın bin gül bahçesini sulayıp sele verse dahi O’nun yüzü gibi bir gül açılmayacağını en lâtif bir biçimde ifâde ediyor.
Başkaları gülü bir çiçek diye sever belki de… Ama biz, gülü “Gül” olduğu için severiz. Bizim için; gül sevgilidir, gül güzelliktir, gül coşkudur. Gül, esmânın eşyâya tecellîsinin esrârıdır. Gül aşktır, gül sevinçtir, gülbahar muştusudur. Gül, ezelle ebed arasındaki bütün zamanların “En Güzeli”nden yansımalar taşıdığı için güzeldir.
Ve katmer gül; rengini şehit kanından, kokusunu Efendimiz(s.a.v.)’in mübârek teninden aldığı için çiçekler sultânıdır. Bu sebeple olsa gerek; “Gül” kokusuyla kendimizden geçeriz, gideriz bir başka âleme… Yol buluruz Mâverâ’ya… Biz; güle, gülistanda açan katmer güllere, “Peygamberlik Gülzârının Eşsiz Gülü”nün remzi olduğu için vurgunuz. Gülü her kokladığımızda salâvât getiririz, O’nun terinin kokusundan bir zerreyi teneffüs ettiğimizden…
“Gül”ü târife ne hâcet; “Gül”, Sevdâyı Muhammedî’dir. “Gül”ün sevdâsı kalbimizin hafî tepelerinde, ahfâ zirvelerinde sancak açmıştır. Ve bizler, gönlü gülşen olan insanlara meftûn oluruz, “Kâinâtın Solmayan Gülü”nün aşkıyla… Gün gelir, gözyaşıyla gül sularız. Bir gül için bin dikene su veririz; biliriz ki, güllerin içinde diken yoktur, dikenler içinde gül vardır…”
Tarikat taçlarının üstüne dikilen ve çuha üzerine işlenen şekillere de gül denilmiştir ki, her tarikat tacının gülü ayrı biçimdedir. Rufaî dervişleri zikir sırasında vecde gelip iki karış uzunluğunda kıpkızıl hale gelmiş bir demiri yalayarak soğuturlar ki buna da gül denir.
Menşei doğu olan bu muhteşem çiçek tüm şark sanatlarını baştan başa kuşatmıştır.
İslamî muhteva kazanması ile beraber kumaşlardan mezar taşlarına, tezhibli kitap sahifelerinden minberlere, mihraplara, kılıç kabzasından şeyhin kavuğuna kadar medeniyetimizin mimarisine ve bütün unsurlarına sinmiştir.
Müslüman Türk’ün bütün hayatı gül açmakta, gül kokmaktadır.
Divan edebiyatımızı bir baştan bir başa fethetmiştir. Bütün çiçekler ona biat eder bu sebeple “sultan”dır.
Bahar “gül mevsimi” diye anılır. Açılması, yiyip, içme, işret ve eğlence zamanının geldiğini müjdeler.
Bu sebeple “gülmek” fiili ile irtibatlıdır.
“Sen neredeki güler isen nev-bahar olur
Ben neredeki ağlar isem lâle-zar olur”
Ahmet Paşa
Kısa ömürlü oluşu ile yakıp geçen aşklar, dünya hayatı, ömür ifade edilir. Kırmızı gül aşk ve sevinç, ak gül murat ve ümit, siyah gül kötü kader ve ölüm karşılığıdır.
Elbette ki Divan edebiyatında en çok “sevgili” sembolü olarak kullanılır.
“Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yare mutadım
Seni ey gül sever canım ki cânane hitabımsın”
Nedim
Batı tesirine giren Türk edebiyatında güle yeni mânalar yüklenir. Namık Kemal bir kadına benzettiği “Vatan” şiirinde “yeni açmış güle” benzetir onu.
“Feminin rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş”
Mistik açıdan Abdülhak Hamid, romantik ilhamlar ile Recaizade Ekrem, kaybedilmiş bir saadet timsali olarak Cenab Şahabeddin, bir ıstırap kaynağı diye Ahmet Haşim, medeniyetimizin tüm âhengini yüklenen bir remiz olarak Yahya Kemal gülden vazgeçemezler:
“Onlar ki bu güller tutuşturan bahçededirler
Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler”
Yahya Kemal
Güle dair söylenmiş ve söylenecek o kadar söz var ki, siz en iyisi Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Güller Kitabını alıp okuyun. Bakın nasıl düşündürür, nasıl yazdırır, var olan sesin hükmü kaleminize…
Yazımı hitâma erdirirken; “En Güzele yâr olup, güle gönülden bağlananlara bütün kalbimle aşk u niyâz ediyorum…
Aşk olsun!.. Aşkınız Cemâl olsun!.. Cemâliniz nûr olsun!.. Nûrunuz ayn olsun!..
Ömür takvimimizin nihai yaprağı düşerken; son nefesteki son sözümüz ve ebedî hayatın giriş kapısındaki ilk sözümüz Kelime-i Şahâdet olsun…
Huzur, umut ve gerçek sevgi gönül sofranızın baş tacı gül olsun… Sevin hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Karanlıktan aydınlığa, sancıyla doğan gününüze selam olsun… Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet gönderiyorum…
#öskurşun