Evrenin sonsuzluğunu tartışabiliriz bilinmeyenleri öğrenmek adına.
Ama aptallık derseniz işte buna verecek o kadar çok örnek var ki. Birilerinin görmek duymak istemediği sürekli eleştirdiği Batı, çağdaş yaşamayı kendi toplumuyla paylaşmayı başarmış, ama benim ülkemde iki beyin taşıdığından bile haberi olmayanlar neyi neden nasıl sorgulayacağını bile bilmiyor.
Siz bir topluma korkuyu mutsuzluğu sonrasında yalnızlığı aşılarsanız kendi aptallığına inanacaktır. Zira beynini nasıl kullanacak onun bile farkında olamayacak, ” Aptallık baki kalır” sözünün Türk toplumu zaten yıllardır içinde yaşıyor, eğitimden aydınlıktan çağdaşlıktan uzak bir toplum, nasıl olur da uyuduğu uykudan uyanıp aklını ve aptallığını görmeye çalışır. Güdülmüş koyun misali nereye sürersen oraya gidiyor, üstelik sesini bile çıkaramadan aç ve sefil bir durumda. Şimdi ne hakkını arayacak ne de kendini yöneten anlayışı sorgulama cesareti var. Korku ve mutsuzluk her ikisini de yaşıyor yaşayacak bütün hayatı boyunca, ona senin haklarını özgürlüğünü hayatını sevincini huzurunu geleceğini donduran sisteme karşı sesini yükselt susma deseniz, zaten korkudan uyuduğu uykudan başını kaldıracak durumda bile değil uyuşmuş cevap veremez..
Küba’nın efsanevi devrim kahramanı CHE GUEVARA nın sözleri geldi aklıma ” Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için önce nabzına bakarsınız, ama asıl önemlisi onuru, eğer buna sahipse o insan yaşıyor demektir”.
Bir insanın kendi dünyasında bile hayal ettiklerinden uzak kalması, ya da belki hayalleri bir gün gerçek olur da yaşarım diyerek birilerinin peşinden koşması, ve sonrasında hayalini yaşayacağını beklerken, din narkozu verilip uykuya dalmasının kalmayan onurunun adına güdülmüş toplum demek doğru olamaz mı?
Din ve Bilim her zaman iki düşman olarak karşı karşıya getirildi bu ülkede, ama akıl ve bilim her zaman dine karşı düşman olarak kendini göstermedi, aksine din saygınlığını bunu çıkar uğruna kullananlara karşı dini her zaman savundu.
İnanç ve din insanlara hizmet anlayışını gösterir, ama siz şimdi din saygınlığını alıp kendi çıkarlarınız adına kullanmaya kalkışırsanız burada sıkıntı başlar.
Toplumun Akıl ve Bilim değerlerine olan ihtiyacı karanlıklara teslim edilmiş olur.
Financial Times Gazetesi, ” Türkiye de gündemi belirleyen özgür olmayan medya grupları dır” diyor. Ama işin asıl gerçeği okunmayan bu gazeteler birilerinin servislediği haberleri okuyucularına aktarıyor, okumayan bir toplum sadece resimlere ya da söylenenlere bakıyor. Ama sadece yaşadığı her bir günü yaşanmışlık olarak gören halk, zaten kendini geleceğini bile nasıl kuracağını bilmediği gibi, geldiği bu nokta da hiç bir şeyi sorgulama cesaretini kendisinde bulamıyor.
İBN-İ SİNA ” Bilim ve Akıl Sanat itibar görmediği ülkeleri terk eder” diyor. Çağdaşlaşmayı özgür olmanın değerlerini aydınlığı göremeyenler SOKRATES’ten bu yana Akıl ve Bilimin, yobazlık ve hurafeye karşı açtığı savaşı kazanmaması için her yolu denediler. Bugün bunda da başarılı oldular. Kendisine bilim adamı unvanı koyanlar, utanmadan sıkılmadan NUH’un o çağlarda cep telefonuyla konuştuğunu söyleyecek kadar bu milleti aptal yerine koyuyor.
Öte yandan birileri kız çocuklarına tecavüz ve sarkıntıyı, sonradan ”şeriat böyle emrediyor beni şeriat kurallarına göre yargılayın” diyerek yargılanma isteyecek kadar bağnaz ve cehaletin kucağında duruyor.
FREDERİCK BANTNG INSULIN Bulduğu zaman tüm dünya rahat bir nefes almıştı, Batı demokrasisini ve insanlık adına çağdaşlık adına yaşananları bile yok sayan cehaleti düşündükçe, benim ülkemde neden tarihe mal olmuş insanlık adına aklın ve bilimin öneminde yaşamış değerlerimiz yok, olanları da biz zaten çoktan unutmuşuz. Bugün inanca olan saygınlığı bile siyasetin içinde tutanların, akıl bilim sanat tüm değerlerin ötesinde kalan bir toplum yaratmanın telaşı içindeler.
YAŞANAN BİLİM GÖÇÜ VE PARLAMENTER SİSTEM…
Bugün açıklamalar yazılanlar var, çok sayıda Akademisyen sanatçı aydın insan dış ülkeleri tercih ediyor, korku ve endişe insan hak ve özgürlükleri insanca yaşamak, ama en önemlisi de bir bilim insanının insanlık adına yapacağı projeleri yapamama endişesi.
Demokrasi anlayışını özde dolaysız değil sözde görenler, herkes düşüncesini yazabilir konuşabilir diyerek inandırıcılığın yansıtılmadığı zaman, insanın aklına yaşadığı korkuları geliyor.
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünde ” Önce sosyalistleri topladılar sesimi çıkaramadım, çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar sesimi çıkaramadım, çünkü ben sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar sesimi çıkaramadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı”
İnsan hak ve özgürlüklerinin yaşanası bir ülke olmak tek arzulanan bu değil mi?
Alman papaz Martin Niemöller’ in yaşadıklarını bu ülkede yaşamamak, akıl ve bilimle eğitimin bir arada yaşadığı özgür bir ülke olabilmek, düşünen yazan aydın gazeteci yazar herkesin özgürce konuşabilmesi korkmaması arzulanan bu bana göre. Dünyanın kıskandığı bir ülke olabilmek.
Din saygınlığı bunun akıl ve bilimle kaynaşması, aydınlık çağdaş özgür olabilmek korkmadan yaşamak, yazan insanın düşünen insanın duygu ve düşüncelerini toplumla paylaşabilmesi barış ve huzurun adını koyabilmek. Hala demokratik siyaset anlayışının adını koyamadık biz, siyaset yapan birine neden siyasetin içinde hala ısrarlı olduğunu sorsanız bunun cevabını veremez.
Bir ülkede liderlerin siyaseti kendi halkı için yaptığını söylediğini duymak mümkün mü? Yaşanan sıkıntılar ve tıkanan sistemin içinde inadına kalmaya çalışmak değil, önemli olan demokrasinin yaşaması adına bilgi birikimi olan, gerçekten halkın özgürce yaşaması adına düşüncelerini toplum yararına yansıtacak siyaset adamlarına ihtiyacımız var. Hala vekil olduğu halde siyasi yaşamı içinde bir gün dahi kürsüye çıkıp, kendisini seçerek oraya yollayan halkı adına yapacakları çalışmalar ve projeler hakkında konuşamayan politikacılarımız var. Ben kendi düşüncemi yansıtan bir vekile onca sene beni temsilen ne yaptın? ya da benimle birlikte tüm ülke sorunları hakkında ne tür çalışmalarda bulundun diye sorma hakkına sahip değil miyim.
Parlamento özgür düşüncenin demokrasinin insan hak ve özgürlüklerinin yansıtılacağı yer değil mi?
Tek bir düşüncenin değil tüm farklı fikirlerin bir arada paylaşıldığı yansıtıldığı yer olmalı parlamento.
Demokrasi diyorsanız parlamenter sistem anlayışına sahip çıkılması gerekir, insanların sığınabilecekleri tek yer parlamentodur. Bunun içinde konuşan korkmadan konuşan gerçekten ülkesini düşünen kendi için değil ülke sevdası adına siyaset yapan politikacılara ihtiyacımız var. Otoriter bir sistem değil, demokratik hakların çok sesli yansıtıldığı bir parlamento arzulanan budur.
OKUMAYAN KÖR BİR TOPLUM…
Bugün ne yazık ki kitap ve gazete okumayan bir toplum haline geldik, bakar kör haline gelen bir toplum olduk.
Atatürk’ün akıl ve bilimi eğitimi çağdaşlığı miras olarak bıraktığı bir toplum, nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen onca yalanlara yaşananlara inanır bunu görmezden gelir.
80 milyonluk bir ülkede 5,6 milyon insanın kitap ve gazete okuduğunu düşünmek, okumayan insanı ilkokul mezunuyla eşdeğer görmek o toplumun bakar kör olması değil mi?
Sadece bakan ama görmeyen duyarsız mazohist bir toplum olmak, buna örnek ”’bana dokunmayan yılan bin yaşasın” işte tüm akılsızlığın körlüğün resmi. Kör toplum körletilmiş toplum yaşananları görmemesi duymaması için en kolay yolun uyumaktan uyutulmaktan geçtiğine inanır oldu artık.
Ama birde uyanıklar var, körleşen topluma kendi kuruldukları koltuklarda birilerinden aldıkları görevi yerine getirmenin zevkini yaşayanlar. Çünkü efendileriyle birlikte bunun zevkini birlikte tadan yalakalar dalkavuklar dır onların adı.
Onlar daima kazanır, ama kör ve duyarsız toplumlar daima aynı acıyı zorluğu çileyi sıkıntıyı açlığı yoksulluğu yaşar. Yani her halk layık olduğu biçimde yönetilir.
Türkiye bunu hak ediyor mu, işte bunun cevabını bugün değil yarın hatta yıllar sonra bile sorsanız cevabını kimse veremez.
Güdülmüş toplum, körleştirilmiş toplum, her söylenen yalanlara ve yaşananlara inanan cahil toplum. Kendi dünyasında korkunun yoksulluğun, fukaralığın, mutsuzluğun, gelecek endişesini bile düşünemeyecek kadar sağırlığının cehaletinin döngüsü içinde yapayalnız kalacaktır.
Prof. Dr. Levent SEÇER