Güç, ahlak…Siyaset.
Bu üçlü arasında sağlam bir iç-içelik vargır. Hem birbirlerini denetlerler, hem de birbirlerinden güç ve destek alırlar.
Güç, genel tanımıyla; yapma, yaptırma ve oldurma potansiyelidir….
Ahlak; toplumsal yaşamda, geçerli değer yargılarının, örf, adet, norm ve kuralların oluşturduğu bir sistemler bütünüdür. Ahlaksızlık, bu sistem bütünlüğünün bozulmuşluğudur…
Siyaset ise ‘yaptırım yetisinin, yani gücün toplum üzerinde kullanım sanatı’ diye tanımlanırsa, yanlış söylenmiş olmaz.
Bu üçlü koalisyonun uyum kriterleri, toplumun yönetim şeklini belirler.
Şöyle ki;
Şayet güç; siyasi sistemini, toplumca belirlenmiş ahlaki normlar üzerine oturtmuşsa, kimse bu rejimi “kusurlu” ya da “melez” demokrasi sınıfına sokamaz. Zira, ahlaki normlar, diğer bütün kurumların işleyişinde en temel etkin faktördür.
Yok eğer; bu üçlü, yani, güç, ahlak ve siyaset; yine bir uyum içinde ahlaksızlaşıp da, “serbest seçimler, hükümet işleyişi, siyasal katılım, demokrasi kültürü ve özgürlükler” üzerine gölge düşürücü bir eylem içerisine girmişse, o zaman da hiç kimse bu rejimi “demokrasi” diye yutturamaz!…
*
İnsani ve vicdani değerleri göz ardı eden siyasetin hüküm sürdüğü toplumun sağlığı bozuktur. Böylesi toplumlarda, başta hukuk olmak üzere tüm kurumlara ve buna bağlı orak da siyasete ve siyasetçilere güven duyulmaz. Öyle olunca da siyaset arenasında meydanların “kimlere” kalacağı(!) açık değil midir?
*
Güç, yasalarla temsil olunur. Ahlakın temsilcisi ise, güce getirilen hakça sınırlamalardır.
Hukukun işlemez kılındığı sistemler ahlaksızdır. Gücün ahlaksızca uygulandığı sistemlerin adı ise faşizmdir. Ahlaki değerler içerisinde hesap sorulmazlık yoktur. Hukukun özü de bu eşitlikçiliğidir.
Şayet, hesap sorulmazlık siyasilere gelip dayanmışsa, hele ki; herkesin bağımsız mahkemelerde hesap vermesi ahlakın ve hukukun gereği iken, siyasetçi için hesap mercii olarak “sandığı” göstermek siyaseti de, siyasetçiyi de pisliğe bulaştırmaktır. Sandık da mahkeme de hesap kapılarıdır ama, birbirinden farklı hesap kapılarıdır.
Biri diğerinin yerine ikame edilecekse mahkemelerin işlevi nedir? Gücün ahlaki değerlerinden uzaklaştırılmışlığıdır bu!…
Mahkemeler sadece “halk(!?)” için midir?… Dokunulmazlık zırhını delemeyen parmaklar , ahlaki olmayan bu tavırlarıyla, ülkenin hangi derdine çare olabilirler? “Dokunulmazlık” üzerinden koalisyon pazarlıkları sürdürülmek istenmesi ne kadar ahlaki, ne kadar hukuki, ne kadar vicdanidir, bir düşünmek gerekmez mi!?.. Şaibeye kalkan olan parmakların sahiplerinin “temizliğinden” kim emin olabilir?
Sorulamayan dünyalık hesapları ahiretin ilahi adalet divanına, bırakmak rahatlatır mı vicdanları!?…
Hesap vermekten kaçanların, “hesaptan kaçırmak istedikleri” bir şey yok ise, “itibarı” niçin bağımsız mahkemelerde değil de sarayların ihtişamında ararlar, sormak gerekmez mi!.?..
Saray adabıyla çiğnenen hukuk, güç zehirlenmesinin bir sonucu değilse geriye tek “zehirlenme” olasılığı kalmaktadır: K o r k u !…
*
Yunan mitolojisinde, tanrıların en yücesi ve en güçlüsüydü Olimpos’da oturan Zeus. Aynı zamanda da tanrıların en ahlaksızı… Ahlaksızlığın kaynağı, gücün verdiği cesaret olmalıydı.
Sıradan insanlardan tanrılara, herkesin işlerine karışırdı Olimpos’tan. Güçler ayrılığını tanımak bir yana, kendisine ayakbağı olarak görürdü. Güç ve yetki tek kendisinde olsun isterdi.
Olduran da o, öldüren de. Çiçekleri açtıran da o, solduran da O’ydu.. İsterse şimşekler yağdırır, dilerse de yağmur. Sevdiğine cömerttir, karşı durana gaddar mı gaddar…
Gücünde gaddarlığının payı var mıdır bilinmez ama, ahlaksızlığının payı olduğu kesin…
Yaptığı hiçbir işten pişmanlık duymadığı gibi; ölümsüzlük ve dokunulmazlıktan aldığı cesaretle, listesine yeni kötülükler ekler hergün. Sadece karısı Hera’yı aldatmakla kalmaz, onlarca ölümsüz tanrıçayı kişisel zevki için sıraya dizer. “Kaç ölümlü bakireyi gebe bıraktığını, kaç ölümsüz dişiyi kandırdığını ancak kendisi bilir.” diye yazar kitaplar. Carme, Demeter, Dione, Eos, Evridome , Gaya, Himalia , Leto, Maya, Metis , Nemsis, Selen, Temis ve Persefone, şehvetinin kurbanı olarak kayda geçenler resmi listenin tamamı değildir.
*Alkmen güzelliği ve faziletiyle tanınır. Kocası Amfitriyon sefere çıkmıştır. Zeus, kadını, kocasının kılığına girerek kandırır. Yalnızca istediği karaktere değil, elindeki gücüyle gömlek değiştirerek istediği kılığa da girebilen Zeus; Alkmen’i gebe bırakır.
*Zeus günün birinde kumsalda oynayan Fenikeli güzel kız Evropa’yı görür. Kızı kaptığı gibi ta Girit’e kaçırır . Bu kızdan üç çocuğu olur.
*Tanrıların tanrısı, günün birinde Nehir Tanrısı’nın kızı Antiop’u görür; kız hoşuna gider : Hemen satirleşir ve ona zorla sahip olur.
*Akelos’un kızı Evrimedusa da Zeus’un kurbanlarındandır : Kızı önce bir karıncaya dönüştürür, sonra da şehvetine kurban eder.”
Örnekler bu kadar ise de, söylencedekilerin hepsi bu değildir.
*
Ne dengesiz, ne ahlaksız biri olduğu biline biline Zeus’un saltanatı sürdü.
Tek dayanak. Kör inançtı.
– Ne zaman yok oldu Zeus?
– İnançlar yok olunca tanrılar öldü; Zeus da yok oldu.. Tanrılar ölünce de Olimpos yıkıldı.
*
Dilerdik ki; bu kör sadakat, Eski Yunan’da kalmış ve orada son bulmuş olsun!..
*
Sormadan edemiyor insan:
Çağın yeni Zeus’ları da neyin nesi!?..
*
05 08.2015
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilaeik@gmail.com
0535 202 11 61