Gerçek sevgi, gözle görülmeyen yürekle hissedilendir.
Sevgi, sabırla, zamanla yoğrulan bir emek, bir fedakarlık olduğunu anladığımızda fark edilir. Ama yürek sabırsızdır. Onu besleyecek olan sevgi ise telaşsız, sakinlik seven gönülde yeşermek ister.
Şimdi size çook çok seneler önce yaşanmış bir aşk hikayesini anımsadığım kadarıyla yazacağım.
Yıl 1956…
Vietnam Savaşının ilk yıllarına gidelim. Adı Alex olan bir Amerikalı askeri ile Yunan asıllı, Eleni adlı bir genç kızın aşk hikayesinin de başladığı yıldır.
İki sevgilinin aşkı gazetenin arkadaşlık sayfasında filizlenir.
Genç kız Amerika’da bir hastanede fizyoterapist olarak çalışmaktadır.
Delikanlı terhisine bir ay kala genç kıza fotoğrafını gönderir. Ondan da göndermesini ister. Ama kız “Nasıl olsa buluşacağız, o gün beni görürsün , ” der.
Gençler iki yıl yazışarak duygu ve düşüncelerini birbirleriyle paylaşmışlardır. Uzaklık onları daha çok birbirine yakınlaştırmış, duygusal bağlarını güçlendirmiştir. Sanki birbirlerini yıllardır tanıyorlardır.
Delikanlı askerlik süresini bitirmiştir. Artık ülkesine dönecektir. Ve heyecanla sevdiği kıza son mektubunu yazar. Mektubun sonunda genç kızı ne kadar çok sevdiğini, bundan sonraki yaşamını onunla evlenerek geçirmek istediğini yazar. Ve mektuba kuruttuğu bir kır çiçeğini koyar.
Bir süre mektup gelmez. Bir ay sonra delikanlı terhis belgesini alır. Valizini hazırlar. Arkadaşlarına veda edip tam gemiye binecekken askeri postadan ona gelmiş mektubu verilir.
Mektup sevdiği genç kızdandır.
Evlilik teklifini seve seve kabul ettiğini, benzer duyguları yoğun yaşadığını, buluşma heyecanı içinde olduğunu yazmıştır. Ayrıca onu nasıl tanıyacağının detaylarını da mektubuna eklemiştir:
“Sevgili Alex,
Ülkene döneceğine çok sevindim. İnan, ben de buluşma heyecanı içindeyim. Beni nasıl tanıyacağını yazıyorum.
Üzerimde mavi renkli uzun bir manto, aynı renkte sağ tarafında beyaz çiçekleri olan bir şapka giymiş olacağım.Ayrıca elimde kalın bir kitap tutacağım. Böylece beni çok kolay tanıyacaksın. Endişe etme, ben seni zaten fotoğrafından tanıyorum. Özlemle yolunu bekleyeceğim. Sevgilerimle Eleni…”
.
Delikanlı, genç kızın parfüm kokulu mektubunu öpüp göğsündeki iç cebine itinayla yerleştirir. O gece aynı mektubu defalarca okur, okur, okur… Sabaha kadar sol yanı sevdiği kızı görme heyecanıyla dolup taşar.
Gemi yolculuğu tam üç ay sürer. Alex bu yolculukta ne çok hayaller kurar, ne çok.
İnsan yaşamının geri kalanını birisiyle geçirmek ister. O kişiyle karşılaştığı zaman, ömrünün geri kalanının bir an önce başlamasını ister, ya… İşte Alex de benzer duygu yoğunluğu içindedir.
Gemi Amerika’ya yaklaştıkça heyecanı boğazında düğüm düğüm olur. Bu arada sevdiği kızı öyle merak ediyordur ki içi içine sığmamaktadır.
Sonunda askerleri taşıyan gemi limana girer. Askerler karaya ayak basar basmaz havaya sevinç ve mutluluk çığlıkları yükselir. Konfetiler arasında Alex’in gözleri, o kalabalığın içinde tek bir kişiye odaklanmıştır. En önde duran mavi uzun paltolu ve başında aynı renkte çiçekli şapkası olan siyah saçlı genç kız durmaktadır…
Kısa boylu ve hiç de güzel olmayan genç kız, ona gülümseyerek bakmaktadır. Ayrıca elinde sıkı sıkıya kalın bir kitap tutmaktadır. Hayallerini süsleyen o sevdiği kıza ne diyeceğini bilemez. Tam o sırada ikisi arasına mini etekli dalgalı sarı saçlarını savurarak yaklaşan bir genç kadın gelir.
Alex’in boynuna sarılıp onu yanaklarından öper.
Mis gibi parfüm kokmaktadır. İri sert göğüslerini onun göğsüne bastırıp sürter. Sonra da arzulu iri yeşil zeytin tanesi gözlerini kısarak, kırmızı ruj sürdüğü dolgun dudaklarını onun dudaklarına yaklaştırıp genç adamın nefesini keser.
“Geçmiş olsun asker. Evim az ileride. Ateşini söndürebilirim… Ne dersin?”
Alex’in içi bir tuhaf olur. Şuh ve ateşli kadının ona dokunduğu andan itibaren göğsünden kasıklarına doğru ılık ılık duygular akar. Kalp atışları hızlanır. Ama hızla geri çeker kendini. Başını sarışın afetten ayırıp iki yıldır aşk mektupları yazdığı, ona evlilik teklifini yaptığı az önce ilk kez gördüğü mavi paltolu genç kıza takılır bakışları. Ve hiç duraksamadan konuşur:
“Olmaz. Benim sevdiğim kadın bakın orada duruyor. Sizinle gidemem. Lütfen başka erkeğin ateşini söndürün.”
Şuh ve ateşli kadın omuzlarını silkip;
“Sen bilirsin tatlım. Yalnız çok şeyi kaçırdığını bil,” der ve uzaklaşır ondan.
.
İçinden üzülse de tam iki yıl mektuplaştığı güzel olmayan genç kadına doğru ilerledi. Her ne olursa olsun, duygu ve hayallerini paylaştığı, kalbini açtığı mavi paltolu Eleni’ye gönül borcu vardı. Ona yaklaşır.
“Merhaba ben Alex. Sen de Eleni olmalısın.”
Der ve onunla tokalaşır.
Genç kız ona gülümser.
“Memnun oldum ama adım ne yazık ki Eleni değil. ”
Alex şaşırır.
“Nasıl yani? Oysa bu mavi renkli palto, şapka ve kitap…”
Sözlerini tamamlayamaz. Kısa boylu kadın elini onun dudaklarına dokundurup susmasını sağlar.
“Ben şurada çöp toplayan bir işçiyim sadece. Az önceki sarışın bayan bana yüklüce para verdi. Bir de bu palto, şapkayı giyinip elimde kitabı tutmamı söyledi…”
Alex hală yaşadığı bu duruma bir anlam veremez:
“Ama neden? O kadın kim?”
Mavi şapkasını çıkartır kadın. Kitabı ona uzatır.
“Bana şöyle dedi: ‘Eğer sana yaklaşan şu asker, beni öperse hemen uzaklaş buradan. Yok eğer, o asker sana gelirse bu kitabı ona ver. İçindeki mektubu okumasını, söyle’ diye tembihledi. Benim rolüm buraya kadardı.”
Delikanlı elinde kitapla öyle kala kalmıştır. Mavi paltolu kadının uzaklaşmasını kalabalıkta kaybolana kadar izler.
Aleks elinde tutmuş olduğu kitabın kapağını açtığında görür mektubu. Zarfı açıp içindeki kısa notu okur.
“Sevgili Alex, seni şaşırttığımı biliyorum. Ama beni gerçekten sevip sevmediğini ve beni her halimle kabul edip etmeyeceğini bilmem gerekiyordu. Az önceki sarışın kız bendim. Seni köşedeki kafede bekleyeceğim.”
.
Bu hikayeyi 1998 senesinde okumuştum. Anımsayınca aklımda kalmış haliyle biraz da süsleyip, kurgulayıp yazdım.
Umarım beğenmişsinizdir.
Son sözü sevda şiirlerinin yolcusu Cemal Süreya ‘ya bırakalım mı?
“Ne çıkar yanımda olmasan
Kalbim senden ibaret değil mi?
Uzaktan sevmek zor demişsin
Etme sevdam
Görmeden sevmek ibadet değil mi?”
Hani her mektubun son satırını iyi dileklerimizle noktalarız ya…
İşte iki sözcük de benden size gelsin:
Sevgiyle kalın.
Emine Pişiren/Akçay