Uzun sayılacak bir sürenin Çambaşı oba merkezine yaklaştık. Uzaktan görünen binalar yavaş yavaş görüş alanından çıkıp bize yanın yerler daha net görünüyordu. Bir bakıma bize yakın binalar diğerlerini perdeliyordu.
Sonunda tam bir ilçe merkezine benzeyen sokak benzeri bir yerden obaya giriyorduk. Sağlı sollu iş yerleri vardı. Nihayetinde ilçe merkezinden kilometrelerce uzakta tabiri caizse bir avuç insanın yıl boyu yaşadığı yerdi yani. Herkesin başını sokacak bir damı vardı o kadar. Bunun dışında tabiatı yakından seyretmenin dışında bir sosyal hayat yok gibiydi.
Daha sokağın başından girer girmez, ahşaptan yapılmış kaşık, kepçe ve bunlara benzer ev gereçleri satan bir dükkân vardı. Yakınında bir yerde şehri yıllar önce terk etmiş plastik ayakkabı satan yer. Bir tarafta ise metal ev gereçleri satan başka bir yer. Bir bakkaliye vs…
Yetmişli yıllardan kalma gibiydi sokak. Bir film seti değildi. Hayatın kendisiydi. Tabii ilerledikçe fırınlar, hayvani mamulleri satan kişiler, seyyar zahireciler, köye ait mamuller…
Bütün bunların yanında bizim gibi bir iki günlüğüne gelmiş ve evine dönecek kişiler…
Kimse orada daim kalan kişilere dikkat etmiyordu. Nasılsa belli süre sonra arabalarına binecek bir iki günlük hatıralarını arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatacak. Sözüm ona şuraları, buraları gördük ve gezdik edasıyla gitmeyenlere siz de gidin tavsiyesinde bulunacaklar.
Bu insanların yani misafirlerin unuttukları tek şey orada bulunan kişiler ve her gün orada kalacak olmalarıydı.
Biraz önce obaya ait bazı iş yerlerini anlatırken mütevazı olan çay ocağını bilerek yazmadım. Çünkü o çay ocağında bulunanlar bence müşteri değildi. Orada buluna dostların bedenleri belki ayrı sandalyeler üzerindeydi ama gönülleri hep yan yanaydı. Çünkü yılın her gününü aynı obada geçiren kişiler, daha doğrusu dostlardı. Tabii yaşadıkları müddetçe…
Küçük bir çay ocağının kapısına konulmuş bir masanın etrafında üç yaşlı toplanmış çay içiyorlardı. Muhtemel sohbet de ediyor olmalıydı. Zaten yıl boyu aynı obada yaşayan bu insanlar için yarım saatlik bir zaman bir arada bulunmak hepsi için de farklı bir ortam olmalıydı.
O üç yaşlı kişiyi öylece oturmuş görünce içimden bir şeyler geçti. Kendimi bir boşluğa düşmüş gibi hissettim. Öyle ya ben birkaç saat orada kalıp geri dönerken; bana kıvrım kıvrım duran yollar, yemyeşil tepeler, muhtelif ağaçlar, uzaklardan görülen evler, akarsular, gölcükler ve ara sıra rastladığım insanlar kısa bir süre görüş alanıma girecek, sonra yoluma devam edeceğim. Bir zaman sonra beni şehrin kendine has uğultusu eşlik edecek. Ancak çay ocağında sıcak çayını yudumlayan o yaşlılar orada kalacaktı.
Kısaca oba denilen o yerin mukimleri hakkında kaç kişi kafa yordu bilmem ama gelenler kendilerince bir-iki günlük bir tatilin ardından geride onlarca gönül bırakarak kendi evlerine döndü. Obada yine ekmek yapılıp satılıyordu. Orada yine tahta kaşıklar, bakır tencereler, plastik ayakkabılar, köy tavukları, süt ürünleri ve bazı zirai mamuller satılacaktı. Camiye giden kişiler cami avlusunda selamlaşacak, mütevazı çay ocağında çaylarını yudumlayacaktı.
Oradan dönen insanlar ise klimalı evlerinin balkonunda çaylarını yudumlarken damaklarındaki tadın obada demlenen çayın yanında çok yavan olduğunu fark edemeyecekler bile. Çünkü şehirli çayını şeker ile tatlandırırken, Anadolu insanı gönül ile tatlandırıyor. Elbette ki daha kalıcı oluyor.
Hiç şekerle çay mı tatlandırılır?