Bazı insanlar vardır gönül adamları. ‘’İlk aşkım ilk heyecan’’ dercesine işlerine gönüllerini kaptırırlar. Çalışmayı çok severler. Bu insanlar her yerde vardırlar ve dünyayı bu insanlar sırtlarlar. Birde sırtlanlar , çakalllar , düzen bozucular , emniyeti süistimal ediciler , başkasının sırtına asalak olarak yerşenler vardır. Bu üçkağıtçı çeteleri dünyanın her yerinde vardır . Aldatma konusunda alışa alışa birer usta olmuşlardır . Gönlünü işe verenler ise yaptıklarıyla değil önündeki kısa yolculukta yapacaklarıyla meşgul olanlardır.
Öyle insanlar gördüm demiri bükenler ve öyle aşağılıklar gördüm sözü eğip bükenler. Sözlerin yalan ve aldatma makinasını yapanlar gönlünü işe verenlerin en büyük düşmanıdır. İşlerinin aşıkları bu adamları kim korur , kim koruyacak ? Batılı , deneye deneye ilerlemenin , üretimin başaktörleri , namuslu ,iş ahlakı sahibi adamların haklarını korumak için ticaret kanunları , ceza kanunları , koruyucu önlemler almışlar. Bu koruma metinleri bir günde ortaya çıkmamış. Magna Carta , bile üreticinin , iş ahlakına sahip insanların baskılarıyla zar zor çıkmış metinler.
Ecdadımız Osmanlıda , ticaretin , üretimin , esnaf ve tüccarın haklarının korunması çok sert tedbirler ve cezai hükümlerle güvence altında idi. Orta-Asya Türk kültüründe dahi tarihi İpek yolu’nun korunması ve zamanla şehirleşen Pazar alanlarının esenliği hep ticaretin güven altına alınması ile ilgiliydi. Asur tabletleri , bize Anadolu’da ticaretin nasıl bir yazılı hukuka dayandığını , toprak kil tabletlerin hep ticari metinler içermesinden anlaşılmaktadır.
Türkiye’de , 2014’ten 2018’e iflas eden esnaf sayısı da 430.275 oldu. Öyle bir ülke düşününkü , esnafı iflas etmiş , alacaklıyı koruyamayan , ödeme araçları paranın , senedin, çekin yada sözleşmenin bile bir güvence olmadığı sokak jargonuyla birbirine ‘’madik ‘’ atma işinin iş, ticaret olduğu bir ülkede eskiden Ahilik dayanışma loncalarının olduğunu anlatmak imkansız ve gülünç olacak. Türkiye , malının ve canının güvencesinin olmadığı bir ortamda nasıl yarınlara konsantre olacak ? Devlet eliyle , siyasi gücün baskısıyla binbir gerekçelerle , yada ‘’organize işler’le şirketlerin iğdiş edildiği ülke olmuşsa kim , niye , neden yatırım yapacak ?
Gönlünü işe verenler , bir kurum inşaa etmek , bir şeyler üretmek , tıkır tıkır çalışan bir müessese sahibi olmak isteyenlerdir. Cesur ferdi eylemler , özgürlüğün ve güvenliğin olduğu ortamlarda yeşerir. Milli sanayi rönesansı , kurumsal yenilenme , endüstriyel ilerleme asla ürkek ortamların işi değildir.
LAÇKALAŞMA VE ALÇALMA
Türkiye’de çocukluğumda ticaret yapan insanlar ‘’hayırlı olsun’’ cümlesiyle akitleşirler ve sözlerine sadık kalırlardı . Ticarete ilk başladığımda ‘’ hayırlı olsun’’ sözüyle alacağımı veya vereceğimi bağlardım . Eski ahlak ile yoğrulmuş tüccar asla yalpalamaz aleyhine gelişme dahi olsa sözünü yerine getirirdi. Türkiye’de enflasyon vardı ama insan kalitesi enflasyona uğramamıştı , bir pul olmamıştı. Zamanla ticarette bazı deliklerin kara delik haline nasıl geldiğini öğrenmeye başladık. Özellikle kereste satanların Balat’ta yahudi kereste tüccarlarının yanında ölçüde hile yapmaları işinde ustalaştıklarına günümüzde şahit oldum .Eski Ermeni çıraklarının hurda piyasasında hile,kantar ayarı gibi sanatlarda pekiştiklerini gördük.Ekmeğe hile yapanları bildik. Aslında Yahudi tüccarlarında etlerinin koktuğunu anladım. Kendileri koşer yiyen Yahudi , faiz ve hilede sınır tanımayan dünyada Rockefeller ve Rotchilld ailelerini çıkardığına göre onlarda laneti boşuna haketmemişlerdi. Türkiye , özellikle 90 yıllardan sonra göçlerle ve çarpık kentleşme ile hallaç pamuğu gibi dağılan demoğrafik plansızlığını ticarette de yaşadı. Laçkalık , yalan , dübere ve alçaklığı en iyi başaranlar şehirli tüccarlar olması gerekir , köylüyü , saf insanları aldatır derken taşradan ipini koparıp gelenlerin birer zombiye dönüştüğünü gördük. Türkiye’nin şehirlerini istila edercesine yerleşen bu taşra kurnazları , acelecileri ülkede üretme yerine üleşmede , irtikap ve rüşvetle iş tutmada , tartıda ve ölçüde hilede hiçbir kural , aman tanımadılar.Köyden kente hucum altına hucum gibi yağmaya dönüştü.
Bu da ülkenin kıt kaynaklarının yağmalanmasına , haksız kazanca ve köyünde eşek alamamış bu gürühun savurganca tüketim hastalığına yakalanmasına sebep oldu.Ülkedeki kayıtlı lüks araçları yada yeni lüks yerleşimdeki konutları taradığınızda karşınıza çıkacak insan profilinin çok sığ , çok köksüz , çok hızlı zenginleşenlerden olduğunu göreceksiniz. Türkiye ‘nin sanayicisi ise öyle üçgünde beş günde yetişmiyor. Bir fabrikanın temelini atması ve gerçek kara geçmesi 20 yıl alıyor. Hayat eğer bir cesaret macerası ise bu şark kurnazları cesur insanlardı ondan başarılı oldular dersek yağmacıların kazanımlarını kabul etmiş oluruz. Bu bir ülkeyi kalkındırmaz. Bilakis güveni sarsar.Oysa bizim aradığımız başarı gönlünü işine verenlerin sabır ve selametle ülkenin dört bir yanını fabrikalarla örmeleriydi. Türkiye , son 15 yılda 10.000 lerce kayda değer üreten ve dünyaya satan yeni tesisler kurduysa biz yanılıyoruz. Ama ,Türkiye imalat sanayi % 4 düştüyse bizim ülkemiz zombilerin ülkenin kanını emen açık bir hastaneye , mahpushaneye döndü demek hiç de abartı olmaz. Ülkede ,yüksek yüksek binalar yapılıyor ve fabrika yapılmıyorsa aklını yitirmiş bir ülke karşımızda demekten başka ne söz denebilir. Geç olmadan aklımızı başımıza almak zorundayız.