Yıldız kayması, tipik bir olay olarak toplumda ilgi çekiyordu. “Göktaşı,” kayan yıldızın adı diye biliyorduk. Buna rağmen, gök taşı diye, herhangi bir taş parçasına rastlanmıyordu.
Bu defa, göktaşı, parçalanarak düşmüş, deniyordu. Bunun üzerine, köyde gök taşı aramaya başlandı. Dağın tepesi, yamaçları, sırtları ve deniz kenarları daha çok arama sahalarıydı.
Arayan, meraklılar arasına biz de katıldık. “Gök taşı, ender olarak düştüğü için, değerli olabilirdi,” söylentiler topluma yayılmıştı. O derece ileri gidiliyordu ki haber, “sır” gibi saklanırdı.
Kasabada göktaşını konu alan, toplantı yapılacaktı. Toplantıya dinleyici olarak, biz de katılacaktık. Göktaşı, parçalara ayrılıp dünyaya mı geliyor, yoksa atmosfere çarptığında mı parçalanıyordu. Bu konu hakkında, daha net bilgi öğrenecektik.
Göktaşının değeri, gündemi meşgul ediyordu. “Göktaşını, elmas ile karşılaştıranlar dahi çıkıyordu. Bu tür bilgiler şimdilik dedikodudan ileriye gitmiyordu.
Göktaşı olayından, o kadar etkilenmiştik ki, “nice göktaşına” diyerek yolara koyulduk.
Üç kardeşler olarak, aramaya dağın yamacıdan başladık. Yamaçta iğne ararsın gibi kara taş aradık. Çünkü, rengi için, kömür siyahı, demişlerdi.
Üç günün sonunda, yamaçlardan, sahile indik. Dalgaların attığı çakıl taşları arasından, siyah, küçük ve pürüzlü bir taş bulduk. Eve sevinçli geldik. Fakat kimseye söylemiyoruz. Eve taş değil, teselli getirdiğimizin farkında değildik.
Taşla ilgili bilgi alabilmek için, telefon numarası soruşturmaya başladık. Kimseden ses çıkmıyordu. Bilgi vermemek için türlü bahaneler uyduruyorlardı. Elimizdeki taşın düzgün yüzü olmadığı için, aklımızca bir yerden koptuğuna, karar veriyorduk.
Kara taş için, soruşturduğumuz bir isme rastladık. Adam; ömür boyu göktaşıyla deneyler yapmış gibi davrandı. Dediğine göre; kümeden kopan yıldız, aynı kümeye tekrar tutunamayınca kayarmış.
Kayan yıldız, hareket eden yıldıza çarpacaktır. Çarpmanın etkisiyle, parçaları gök yüzünde dağılacaktır. Bugünlerde, yer yüzüne gelmiştir, denmektedir.
Yıldız kaymışsa, kümesinden kopmuş olabilir, diye öğrendik. Adam biliyor pozisyonunda konuştu ve peşinden kalktılar.
Ağabey, bunamışa nereden rastladık. Delilleri mantıklı değil. Sanki üzüm salkımından bir tek tane koparıyordu. Bu konunun uzmanını bulmamız gerekirdi.
Çay bahçesinde, taş uzmanı olduğunu söyleyen ve arkadaşının adını veren bir adam çıkageldi. Göktaşının yıllardır ilk defa, yeryüzüne düştüğünü söyledi. Göktaşı oldukça yumuşaktır. Hava aldıktan sonra sertleşir. Sertleşen taşlar belirli alanlara dizilirler, dedi.
Uzman ise göktaşı için “çakmak taşıdır,” dedi. Çakmak taşı, kavı yakar, dedi. Başka bir taş bilmediğini söyledi.
Büyük kardeş, size “göktaşını sorduk,” dedi.
Uzman, çevresine baktı ve “gökten düşene, mavi taş da denir,” dedi.
Kalktılar, caddeden geçerlerken, kuyumcunun kapısında, değerli taşlar alınır, yazıyordu. Hemen kuyumcuya uğradılar. Kuyumcu üç kardeşlerin davranışını, samimi gördü ve “Buyurun” dedi.
Kardeşler, ellerindeki göktaşından bahsetti. Bilgi almak istiyoruz, dediler. Kuyumcu, bunun mavisi de var. Ayrıca mermer taşı da önemli. Bazen kömür adını da verirler, dedi.
İyi günler dileyerek kalktılar. Çünkü mermer ile değerli taşın bağını kuramadılar. Küçük kardeş, öyle olsaydı, mermer veya kömür ocağına giderdik, dedi.
Bir haftadır dolaştıkları halde hiçbir bilgiye rastlamadılar. Taşla yatmış ve taşla kalkmışlardı, elde kalan yine göktaşıydı. Kuyumcunun kömür taş, demesine gülmüşlerdi. Taş sarı olsaydı, “sarı taş” diyecekti, diye güldüler.
Köye yorgun düştüler. Bir haftanın değerlendirmesini dinleyen baba, desenize boşa kürek çektiniz, dedi. Ümitsizdiler. Rüyalarında dahi “göktaşını” görüyorlardı. Göktaşı, sanki ayaklarına bağlıydı. Her adımda “göktaşı” diyorlardı. Çamurlu yollardan kasabaya iniyor ve sokaklarda geziyorlardı. Herkesin göktaşını konuştuklarını sanıyorlardı.
Üç kardeşler, ayaklarına taşın değmemesi için deniz kıyısına dahi gitmediler. Sahilin renkli taşlarını görmek istemediler. Fakat kömür taş, sahilden çıkmıştı. Göktaşını beyinlerinden sildiler.
Fakat “göktaşı kardeşler” diye çağrılmaya engel olamadılar.
Hasan TANRIVERDİ